Cuma, Aralık 29, 2006

ölümcek


diktim. diktim. diktim. diktim. gördüm ki daha başlamamıştım. boyadım. yazdım. kestim. kırptım. projeyi daha yarılayamamıştım. müzik seçtim. sevgiliyi darladım. oda buldum. prova yaptım. kızları bir araya hiç toplayamamıştım. sinir krizleri geçirdim. ağladım. ağladım. darlandım. daha sonuca yaklaşamamıştım.



Ama, önünde sonunda happening günü geldi ve intermedyatik oldum ben de! Hem de üç dansçımla birlikte. Sergiye dizdim onları önce. Rollerini oynattım. Sonra herkes içeride video seyretti. Videolar bitince benim müziğim başladı: Pictures at an Exibition n3cc version! Sonra biz dans ettik, hem de şiirli ve çığlıklı. örümcek oldular ve ben de ağlara takıldım. yine her şeyi her şeyle ilişkilendirip bütün dünyaya gönderme yaptım. ama sanırım hoşnut kaldım.
ve bir sonuca vardım.
beni heyecanlandıran şeyler var bu dünyada. kaçıp gitmelerine izin yok!

Çarşamba, Aralık 20, 2006

bir tesene buluşması


Lisede çok güzel bir sınıfta okudum ben, şanslıydım. Minicik bir sınıfta maksimum 15 kişi, hepsi çok iyi arkadaş... Ketılda su kaynar çay yapılır. Oralet bile vardı yahu sınıfta, ki tecrübeyle sabittir, oralet pek öyle her yerde olmaz. Kedi baktık bir ara sınıfta. Tesadüfe bak, onun da adı Osmandı. Ben küçük kızdım o zamanlar, pembe giyerdim çoğunlukla. Tiyatrocuydum. Sınıfta matematiği, geometrisi en iyi olan bendim. Gerçi sosyal sınıfında okuyordum ama... Minicik kalem kutusu, minicik iran sigarası... Kadıköy.

Yine oradaydık, Kadıköy'de. Sanki araya 3,5 sene girmemiş, muhabbetimiz hiç kesilmemiş gibi. Özlemişim. En çok da en ön sırada kocaman pembe hırkasının içinde üşüyüp büzülen, iki dakikada mahkeme düzenleyip hocanın birini ölüme mahkum eden (yanlış anlaşılma olmasın adamın yanında), sürekli tahtanın önünde "lirik" dans yapan benden içerü kızı. Bu kadar, daha yazmayayım. Bir kere demiştik zaten, artizlik olsun diye:

yazmadık, yaşadık.

Pazartesi, Aralık 18, 2006





Life
is
fine

fine
as
wine

Cumartesi, Aralık 16, 2006

zort!

bloguma da sansür geldi sonunda. ha-ha. okulumuzdan bir "veli" çok rahatsız olmuş son postumdan. yaratıcı küfürler ediyorum kendisine ve kardeşlerine.

halbuki ben istiyorum herkes ve her yer adını hak etsin. statu by merit diye bir anahtar kelime geliyor aklıma. 1. sınıftan.

Salı, Kasım 28, 2006

yes my heart belongs to kedi. and kedi belongs to my heart.





ben sokaktan kedi buldum. van kedisi çıktı. hep kucağımda. yıllar önce de icquma birini eklemiştim. sevgili çıkmıştı. şanslıyım galiba.
sonra hocaya bişi sormaya gitmiştim. bana bi yerden bahsetti. orda çalışıyorum şimdi. çok çalışıyorum hem de. yoruluyorum. sınavları falan unutuyorum. ben ders programı yaparken gelişine HTR seçtim. ödevli HTR çıktı. yarına kadar ödev yazmam lazım şimdi. başlamalıyım yani. okuldan bi tenis topu buldum bi tane. sokaktan da kedi buldum. onlar oynadılar ben fotoğraf çektim. ben çalıştım, oynadım, fotoğraf çektim, yoruldum, ödev yazmayı unuttum.




bu ne ya!! gerçek misin sen tatlılık!?

Perşembe, Kasım 23, 2006

Osman Pamuk

minik kediciğimiz hem çok hastaymış hem de çok erkek! o yüzden öğrenemiyormuş tuvaletini bir türlü. bademcikleri şişmiş, enfeksiyon kapmış, daha geç kalsaymışız dişleri dökülecekmiş. ötesi 4,5 aylık bir van kedisiymiş.
bilimin ışığına teslim ettim hayvanı, geldim. pazartesi gününe kadar kedisiziz. sonra ben devam edeceğim tedavisine.. iyi ki gelmiş yapışmış bana, yoksa dışarıda iyileşemezdi OĞLUM benim!

Çarşamba, Kasım 22, 2006

kebelek

Salı, Kasım 21, 2006

Okşan Pamuk

tembel, şişko, pıtır kediciğin artık bir adı var.

-ben buldum!
-tamam sevgili buldu yazıcam.

ismini sevgili buldu. ben joujou demiştim ama koca göbeklimize biraz hafif kaçtı galiba. benim de tuhaf bir şekilde bütün derslerim iptal ediliyor. bütün gün kedicikle oynuyorum.

sıklıkla tembel tembel yatıp göbek sevdiriyor.

bazen benim çizmelerimi giyiyor.


bazen de mahmuş'un çiçeklerini kokluyor.

benim bebekken aynı böyle beyaz bir oyuncak kedim vardı. ona bakıp kuzu me! dermişim. bu kelime de cümle içinde kullanılabiliyormuş demek.
vay canına!
bütün kedileri burdan öpüyorum.

Pazar, Kasım 19, 2006


iyi ki do�ucam. Posted by Picasa

dündündürbugünbugündür, ya da uygun başlık bulamama sorunsalı. haha!


kuzencim teşhisimi koydu: vata karakterim yüksekmiş.

[Vata Doşha. (Boşluk ve havadan oluşur) Özellikleri, değişken, kuru, hafif, soğuk, küçük, hareketli, sert ve diğer doşha'lara liderlik etmesidir. Vücutta enerji ve hareketi sağlar, sinir sistemini çalıştırır. Konuşma, duyu organları ve hareket organları, nefes alıp vermek, bağırsak ve idrar yolu hareketleri hep bu doşha'ca yönetilir. Anormal çalıştığında, arttığında, sinirlilik, gerginlik, uykusuzluk, dinlememe, kuruluk, kabızlık, ağrı, endişe, gaz, üşüme, kasların seyirmesi gibi durumlar olur. Örneğin soğuk ve rüzgarlı hava, gaz.]

Aşırı uyanıklık, yetersiz uyku, korku, endişe, heyecan halleri, aşırı beyin faaliyetleri, doğal ihtiyaçların giderilmemesi, yolculuk, açlık, aşırı kuvvetli rejimler, kuru, hafif, acı, buruk tatsız yiyecekler, aşırı kilo kaybı, mevsimlerin değişme dönemleri, sabah erken ve öğleden sonra saatleri, 60 yaş döneminde olmak, kuru, soğuk, rüzgarlı hava... bu doşhayı arttıran faktörler.

benim bu aşırı heyecanlı, daldan dala atlar zıplar halimi vatamı düşürerek stabilize etmem mümkünmüş. Bunun bir ayağıda yimek içmek. Kullanılacak baharatlar: kimyon, hint cevizi, kakule, zencefil, tarçın, fesleğen...

bu birrr.


ikincisi, bu kızın da bahsettiği gibi soğan etme mevsimi geldi, geçiyor. benim bir torba çiğdemim vardı hollandalardan gelmiş. yanına biraz lale, biraz sümbül, en özelleri gladiolalarım vee muhteşem pembe çiçek sulama şeysim!


iki saat sonrası için özel!

ben biraz sonra 22 yaşında kocaman bir kız olucam. ailemle, sevgilimle, minik, kakalı (bugün henüz kumu dışına yapmadı!) kedim, çiçeklerim, hala geliştiremediğim projem, bir haftadır elime almadığım çellom, başlamadığım paperlarım, çoğunu artık göremediğim arkadaşlarımla.
mutlu yıllar bana!

Perşembe, Kasım 16, 2006

mırr!








o çok tombiş, çok tatlı, çok mırnav, çok yumuşak, çok şaşkın, çok unutkan, çok uykucu, çok pıtırtı. bayramdan önce görmüştüm onu ilk. minnacıktı. sayıkladım durdum bayram boyunca. dün taa nerden koştu bana. üzerime sıçradı. merdivenlerin sonuna kadar yanımda geldi. ben de eh be minik dedim, hak ettin evlat edinilmeyi.
yavrumuz oldu.
tarçın'ın yeri elbet ayrı. pabucunu dama atan yok. ama bu kadar da yumuşacık olunmaz ki!

Pazar, Kasım 12, 2006

düş


ona bakıyordum. yağmur yağıyordu. ben ona bakıyordum, o yağmura.

susadın mı, diye sordum.

susamıştı. açmış ağzını yağmuru içiyordu.

o da belki elini tutacak bir el bekliyordu.

uzandım.


uzadım.

uzandım.


ama uzaktım. ne kadar yaklaşsam o fersah fersah öteye

kaçıyordu. uzattıkça küçülüyordu ellerim. ve küçük eller

tutunamazdı bu kadar uzaktakine.

ben uzaktım. ve utandım.


sonra onun bana şöyle bir baktığını gördüm. ve onun düştüğünü gördüm.



beni bekledi düşmek için. görmezse anlamı olmaz dedi belki içinden, bitkiliğin çok kısık sesiyle. ama çok ses çıktı düşerken,

orda küçük küçük insanlar vardı.
ve
hepsi dönüp baktılar.

ama bir tek ben gördüm işte: düştü!



ve sadece ben anladım: düştü...

Cuma, Kasım 10, 2006

mı?

çok heyecanlıyım ben. hem de çok. içimde müthiş bir umut, çekingenlik, korku var.

bir zamanlar vardı. tiyatro insan'da, oyun atölyesi'nde, kaltt'de... hikayelerim, hikayelerimi anlatacak yüreğim vardı. sonra çok bezdim. çok yasaklandım. çok yaralandım.

ve pes ettim. içime kapandım. fotoğraflarımı duvarıma astım. sustum. bir gün sevgili'yle kantinde otururken, madem bu kadar seviyorsun, devam etmelisin, edebilirsin demişti. kendimi küçücük duymuştum. erişilmeyecek kadar uzak, kapalı gelmişti bana o dünya.

ama bugün öyle bir his var ki içimde, ağzımı kocaman açıp bas bas bağırıvereceğim. kollarımı upuzun uzatıp güneşi tutacağım. ellerim yanmayacak.

bir yer var. yarın oraya gideceğim. evimden sonra ikinci özel yerim olacak. çocuk olacağım ben. çünkü kutay'a yalan söylemiştim. içimdeki deli ruhu kaybettiğim için bırakmadım ben tiyatroyu. tam da o deli bozuk çocuk oralarda olduğu için dil çıkarıp küsmüştüm. yarın gidip barışmak isteyeceğim.
uzatacağım eli tutacak mı?
sevgili geldiğinde gözlerim bir kat daha parlayacak mı?
sevgilim, annem, arkadaşlarım benle gurur duyacak mı? bırakmadı diye. pes etmedi diye...

Perşembe, Kasım 09, 2006

YAZ BİTTİ

yazın bittiği her yerde söylenir

söylenmeyen şeyler kalır geriye

ve sonra hiç bir şey olmamış gibi

ağır, usul bir hazırlık başlar

uykuya benzer yeni bir mevsime

orda burda,ev içlerinde,kır kahvelerinde,deniz kenarlarında

incelen yazın akşam esintilerinde

zaman usulca sıyrılır aramızdan

ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini

başka ne gelir elimizden

büyük bir uzaklığa gülümseyerek

geçiştiririz

ıskaladığımız şeyleri

yatıştırıcı rüzgarlar

dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını

saklar bizi

gözlerimizdeki hüzne 'dinginlik' adını verir

'seni iyi gördüm' diyenler

biz de iyi hissederiz kendimizi

elimizden başka ne gelir ki?

köşe başları, akşamüstleri,kokular

tozar gider zamanın boşluğunda

karışır anların kuytu belleğine

belki sonraları bir gün

hatırlanır aynı kederle

yazın bittiği her yerde söylenir

söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine

yaz biter

eskir geceler,serin,hüzünlü

yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri

bir yanı telaş,bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri

çıkarır sizi dalgın derinliğinizden

yaşadığınızı duyarsınız teninizde

bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz

sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları

ahşap panjurları

yaz bitti

bitmeyen şeyler kaldı geride

yaz bitti

yaz bitti

yüksek sesle söylüyorum bunu kendime

her yerde söylendiği gibi

yaz bitti

yaz bitti

hiç bir şey hiç bir şey

hiç bir şey

yalnızca üşüyorum şimdi

murathan mungan
murathan mungan





yazdan bir mucize bekledik durduk, ne acı. istanbul'un 6 ayının kış olduğunu unutmaya çalıştık. yüzümüzde parıldayan parıltılara tutuna tutuna kaybettik kendimizi "lazy, hazy, crazy" yaz günlerinde. gözlerimizi kapattığımızda dünya bir stan brakhage filmi oluyordu göz kapaklarımıza yansıtılan. renkler perde perde sönmüş, güz bitmiş kışa dönmüş; gözlerimiz hala kapalı.

şimdi günler kısalıyor. sanki ömrümden çalıyor bu mevsim. şimdi pencereler kapalı, camlar ıslak, ocakta tarçınlı-zencefilli-karanfilli-yeşil çay kaynıyor. yürürken yere yere bakıyorum, dünyanın üzerimdeki ağırlığından. sevgili ankara'da. istanbul bir kat daha üşüyor şimdi.

Çarşamba, Ekim 25, 2006

özgeliği planlama enstitüsü

çok akıllı kızım aslında da harcanıyorum. bugün yine 3 sayfa almanya okumaya üşenip depresyona girdim. yorgan döşek yattım. sonra üzerimdeki işin bir kısmını sevgiliye devredip bir tatlı huzur aldım. yani tam olarak değil ama idare eder... ne diyordum, akıllı kızım evet. şıppadanak video koymayı öğrendim bloga. intermedia.blogspot.com'da inanmayan baksın! böyle ağır bir görevi yerine getirdiğime göre saatlerce youtube'de gezebilirim şimdi.
bir diğer büyük iş olarak saçlarımı boyadım bayram tatilinde. kahverengi mi olsun? daha doğal uzar hem. belki biraz bal köpüğü gölge, çocukluğumdaki gibi? yoksa daha koyu mu olsa patlıcan falan? yok canım cadı sila olmayalım şimdi.. sonuç: gene kırmızı.
rehavete kolay giriyorum. planlama organizasyon bende yok. bunları biliyordum zaten. ama bu dönem iki önemli şey var. biri müzik, biri dans. adam gibi çello çalışmak ve güzel bir intermedya performansı çıkarmak. yoksa gerçekten kendime hiç saygım kalmayacak.
bugün tembellik son. yarın sabahtan itibaren artık vitamin mi minarel mi ne yarıyorsa bu işe onlardan yutulacak. bir adet yay bir adet nota sehpası alınacak. antreyi ayna kaplatmak, bir de bar taktırmak kaça mal oluyor, en azından bir bilgi alınacak. artık ondan sonra ajanda mı tutuyorum, saatli marif takvimi mi bilemem.

Pazar, Ekim 22, 2006

yalanla kendini - kroki

ben yeniden dans etmeye başladım. yavaş yavaş. bu da benim intermedyatik projemin taslağının bir kısmısı




sahne loş. alacakaranlık. sahne gerisi ve 60 dereceyle açılan sağ ve sol kenarlar panolarla kapalı. üzerleri beynime işlemiş imajların kolajıyla kaplı. tam ortada 5 oyuncu bir toplu mezar gibi üst üste alt alta bir yığın oluşturmuş kıpırtısız yatıyorlar. bu benim beynim. el fenerininki gibi küçük ama güçlü bir ışık yığının üzerinde geziyor. kasılmış bir el, yan dönmüş bir ayak, geriye sarkmış bir kafa. kafaya sabitlenip genişliyor ışık. yavaş yavaş kıpırdamaya başlıyor kafa, genzinden bir hırıltı kopuyor, nefes almaya çalışır gibi sağa sola hareket ediyor. sahne yavaş yavaş aydınlanmaya başlarken yığında kıpırtılar ve sesler artar. davul ya da bendir gibi bir çalgı eşlik eder. mırıltılar kelimelere evrilir. oyuncular kalın bantlara yazılı kelimeleri beynimden dışarı fırlatmaya başlarlar okurken. yığın iyice yükselir, müzik ve sözler de yükselir. birden bir oyuncu yığından kopup sahnenin sol ön kısmına düşer. yığın olduğu yerde donakalır. (mümkün olursa burada öndeki oyuncu aydınlıkta kalırken arka taraf loşlaştırılmalı.)

*solo dans*
bu sırada sağa sola fırlatılmış kelimeleri yırta kese birleştire deli kelimesini -şimdilik böyle diyelim- oluşturur. dekorun içinde bir yere asar (burayı düşün). müziğin ana teması burda transpoze edilmiş deli deli kulakları küpeliye dönüşür.


burdan sonra yığın açılacak bir şekilde söylemlerle örümcek ağı gibi sahne donatılacak. koreografik bir dansla oyuncular ağların arasına takılır.


ps. resimler maya derenden. örümcek ağı fikri sevgiliden.

Perşembe, Ekim 19, 2006

Cuma, Ekim 06, 2006


:)

bienal.

neruda

Pazar, Eylül 10, 2006

olmadı baştan


eski günlüğümü buldum. londra'dan almıştım 2001 yılında. mor kadife kaplı, sayfaları çevrildikçe yırtılıyor ama hala yeni gibi.

bu blogun da pabucu dama atılır artık.

zaten hiç istediğim gibi olmuyor. hayatımı düzenlesin istemiştim. yaptıklarım, öğrendiklerim kaybolmasın bir yandan. düşünce tembeli olduğumdan bari yazarken fikirlerim olgunlaşır sanmıştım.

yalan oldu.

güneşli anları kendime saklayayım, yağmuru kurutayım derken benden ayrı bir ben gelişti burda. izlediğim filmlerin, okuduğum kitapların üzerine yazmaya kalkınca onlar benden hızlı gitti. fotoğrafları aktarmaya üşendim. falan fişmekan.

bişiler'e devam edeceğim sanırım. burasıysa başka bir gerçekleştirilmeyecek projeyi bekleyecek.

YAŞASIN KAĞIT KALEM!

Cumartesi, Eylül 09, 2006

h a y a t


hayat insanı yalnız bırakıyor bazen yabancı bir şehrin kargacık burgacık sokaklarında; kent devleşirken insan küçücük oluveriyor o an. öyle küçülüyor ki, bedeninden yoksun duyuyor adeta kendini. "hayalet" oluyor işte o yüzden. kanalların köprülerin üzerinden uçuyorum, dedirtiyor hayat bazen insana.
bana okuyor acılarını. karşımda mindere oturmuş, ara sıra sesi titriyor. hüzünlü günleri hızlı geçiyor okurken. komik anılara varmak istiyor bir an önce.

o yalnızlığı iyi biliyorum ben. çölün ortasında. bırakılmışlığı. hatırlıyorum. 14 yaşında oluveriyorum kırmızı minderin üzerinde. içim sıkılıyor. o günlerin, o sokakların, o cehennem sıcağının geçmiş bitmiş olması, böyle çok nadiren başımın üzerinde ileri geri sallanan hayallere dönmüşlüğü beni memnun ediyor. her şey güzel olacak demek istiyorum ona. ben varım. sevgili var. diyemiyorum galiba. lagaluga saçmalıyorum. ilgimi, sevgimi, yakınlığımı gösteremediğimi fark ediyorum.

dolaşmaya çıkmışken sevgili arıyor. dışarı çıkalım bu akşam diyor. hemen gidip hazırlanıyoruz. yine bulutları dağıtmaya yardım ediyor. eğleniyoruz akşam. dans ediyoruz. bağıra bağıra şarkı söylüyoruz. oryantal oryantal kıvırıyoruz. çakkıdı çakkıdı oynuyoruz. tango yapıyoruz. lirik dans bile yapıyoruz.

yalnızlık paylaşılır diyorum içimden bir şeyler diyebilecek anlarımda. onları yanımda görmek, mutlu görmek iyi geliyor bana. böyle işte.

ve sana. gözlerine bakıyorum, daima.


Pazartesi, Eylül 04, 2006

. . .

*ordu dediğin kendi devamlılığını sağlayan kurum* kuvvet dediğin bildiğin insan*geçen gün ölen çocuk benden bir yaş küçük*sevgili askere gitmesin*savaş elitleri bok gibi para kazanmasın*tsk lübnan'a gitmesin*

Cumartesi, Eylül 02, 2006

yine-yeni-yeniden

yine.

yaz bitti, nasıl bilirdiniz?


iki gün önce yeniden buldum istanbul'u. "nereye koyduysan ordadır!" buraya koymuşum. başkaları da üzerine biraz yağmur koymuş. çinili kafe'de lila downs çalarmış. şeffaf şemsiyemden gökyüzü görünürmüş...

kız istanbul, unutmuşum ayol ben seni. güzel bir şeymişsin.


yeni.

ayrıca,

-video art yapar mıyız zeyn?

-yapmaz mıyız bee!


yeniden.

tarçovski 8 yaşına bastı. eskisinden daha şımarık, daha karakter sahibi. şaşı gözlerine kurban olduğumun kedisi.

Çarşamba, Ağustos 30, 2006

b ö c e k l e ş m e n i n k a d i f e t a r i h i

bişiler.com'da yeni öyküm yayımlandı. ilgilenen seçkin okuyucu kitleme :) duyurulur.

martının dönüşü -kısa ve öz-

yoktum. şimdi varım.

başka yerdeydim. şimdi orada yokum.

seviyorum istanbul'u. ailemi. sevgiliyi...



bir tek o masmavi denizde yüzmeler de olsa...!

ve bu yaza damgasını vuran heitor villa lobos, bachianas brasileiras

Cumartesi, Ağustos 05, 2006

code 46



'are there too many off them? -or the waste of economic progress' başlıklı makalesinde zygmunt bauman modern çağın bir getirisi olan 'artık insan'ı anlatır. ekonomik ilişkilerin dışında kalmış/bırakılmıs bu insanlar sosyal ve politik alandan da manen ve cismen soyutlanmış, dünyanın 'boş' alanlarına yerleştirilmiş, gettolara, hapishanelere kapatılmış; neoliberal devletin tüm kurumlarının seferberliğiyle 'geri dönüşleri' engellenmiştir. bu günümüz çelişkilerinin daha da sertleşip sivrildiği, 'içerde' ya da 'dışarda' olmanın yaşıyor ya da var oluyor olmak arasındaki farkı yarattığı bir gelecekte geçiyor film. güçlü politik organizasyon(lar?) yasalarını hafıza silmekten yer değiştirmeye, dışarı atmaya kadar çeşitli ceza/yöntemlerle uygulatıyor. devlet yatak odalarına dalıyor, sevişmeleri bölüp parçalıyor. kurallara (kod46) uymayanlar, bir çeşit virüs nedeniyle, kendilerini ihbar edecek denli robotlaşıyorlar. yaşantıları ellerinden alınıyor.

filmin sonunda maria'nın dediği gibi dışardakilerin hafızalarına karışılmıyor, onlar yok sayılıyor. bu durumda içerisi mi daha iyi dışarısı mı, bilemiyor seyirci.

Cuma, Ağustos 04, 2006

son dakika kıllanması

yalancı yarim isimli dizide romantik bakışlı çellist kızı oynayan hatun daha önce hayatında viyolonsel görmemiş. sol el kal tabiriyle "tomruk" gibi, sağ el kibar-kadın-bıçak-tutar gibi. ayıptır. bu kalitesizlikler 70'lerin Türk filmlerindeki gitar çalamayan hippilerde kalmalıydı.
çın çın (çay karıştırma efekti)

postmodern masal


İşbu hikayet Kraliçenin akıllara durgunluk veren düşüşünün resmi ve cismi belgesidir.

Evvel zaman içinde kambur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken herkes birbirinin tahtını tangur tungur sallar iken, ülkelerin birinde hali vakti yerinde hem işinde gücünde bilhassa pek bir şahane az çok yalnız ve bir o kadar da şanssız bir kraliçe yaşarmış.
Ne kralı ne krallığı ne tacı.. hükümranlığını ilan eden sırf kendi inadı. Velhasıl öyle kendi halinde sürer gidermiş saltanatı…
Bir gün çamaşır asarken balkonda gerili ipe, bir ses duymuş. Maymundan geliyormuş ya en harikulade insan bile, içgüdüleriyle irkilmiş, dengesini kaybetmiş. Düşmüş, ölmüş.
Gökten üç elma düşmüş. Biri kraliçenin biri doğan görünümlü şahininde bangır bangır arabesk çalan kirli sakallı beyaz atlı prens ve hatta damat adayının biri bu masala tüm inananların başına.
Fin.


Özgecik
Dorm, haziran ’05

yağmur yağsa... uykum kaçsa...

bugün biraz okudum, biraz yazdım. (yapayalnızdım. :) )

sevgili iş görüşmelerine gitti. hepsi de çok iyi geçti. iyi geçtiği için sevindim. birlikte tatile çıkamayacağımız için, gündüzleri onu özleyeceğim için üzüldüm.

bugün değişik bir şeyler istedim ben. yaz vakti yağmur yağsın istedim. broadway sinemasında film izleyip bahariye'de yürümek... sığınak'ta çay içmek...

her şeyden çok, sayfamı her açtığımda -ki itiraf edeyim, bunu çok sık yapıyorum. özellikle yapacak çok işimin olduğu günlerde!- alttaki kabarık saçlı çirkin kadınlarla karşılaşmaktan sıkıldım.

geçmişe ve geleceğe buradan bakmak istedim bugün.

Pazar, Temmuz 30, 2006

80li yıllar


okan bayülgen'in programında bu hafta konu 80li yıllar. 6 senesini gördüm ben de. güzel anılar var, clementine gibi. ama genelde karanlık, kalitesiz yıllar, kötü müzik, çirkin insanlar anımsıyorum.

ötesi, dikkat buyurun: 80 yıllar bağıra bağıra geri dönüyor, ve biz elimiz kolumuz bağlı bekliyoruz.
dar kot altı ince topuk, kabarık saç, kalın zincir...

yapmayın rice ediyorum. insanlık tarihi bu rezaleti bir daha kaldıramaz.

red bull air race ve fal

Evet, uçaklara bakmaktan geliyorum
Sanki böyle niye ben oradan geliyorum


istanbul'da red bull air race oldu. biz de sevgiliyle gidip uçakları seyrettik. iyiydi, hoştu, biraz korkunçtu. kalabalığın arasında değil de arkadaşın ablasının terasında, şemsiyenin altında olduğumuz için şanslıydık. yine de başlarda "ooo", "vooovv", "abarey" edalarıyla seyrettiğimiz yarışı bir müddet sonra "evet uçak..", "uçuyor, hmm.." ukalalığıyla görmeye başladık.


ve oradan gittik.


hayır, bu sevgilinin beni aldattığını belgeleyen bir fotoğraf değil. o zaman niye bir hatunla oturuyor? çünkü, biz yine falcıya gittik.

dilek diye bir falcı kız vardı, krişna'da. daha önce her şeyimizi bilip bizi çok korkutmuştu. yine gidelim dedik. terastaki minderlere oturduk. kahvelerimizi söyledik. ağzımızda güneş bekledik. kahvelerimiz geldi. içmeye başladık. derken garson geldi ve "dilek hanım'ın falı 20 ytl oldu." dedi. çok değil bir kaç saat önce "çello susturucusuna 25 milyon vermektense sevgiliyle daha iyi geçinirim, gürültüme tahammül eder!" diyen bünye bu %100 zammı kaldıramadı. özlem hanım'a baktırırız madem (onunki 10 ytl) hem rekabeti kızıştırmış oluruz, dedik.

velhasıl kelam özlem hanım baktı falımıza. ama baştan sona salladı. hoşnut kalmayaraktan ayrıldık krişna'dan, birbirimize yazışları anlatıp güldük.

neymiş: üç kuruş fazla olsun, kırmızı olsun.

ya da: ucuzdur vardır illeti.