Pazar, Temmuz 30, 2006

80li yıllar


okan bayülgen'in programında bu hafta konu 80li yıllar. 6 senesini gördüm ben de. güzel anılar var, clementine gibi. ama genelde karanlık, kalitesiz yıllar, kötü müzik, çirkin insanlar anımsıyorum.

ötesi, dikkat buyurun: 80 yıllar bağıra bağıra geri dönüyor, ve biz elimiz kolumuz bağlı bekliyoruz.
dar kot altı ince topuk, kabarık saç, kalın zincir...

yapmayın rice ediyorum. insanlık tarihi bu rezaleti bir daha kaldıramaz.

red bull air race ve fal

Evet, uçaklara bakmaktan geliyorum
Sanki böyle niye ben oradan geliyorum


istanbul'da red bull air race oldu. biz de sevgiliyle gidip uçakları seyrettik. iyiydi, hoştu, biraz korkunçtu. kalabalığın arasında değil de arkadaşın ablasının terasında, şemsiyenin altında olduğumuz için şanslıydık. yine de başlarda "ooo", "vooovv", "abarey" edalarıyla seyrettiğimiz yarışı bir müddet sonra "evet uçak..", "uçuyor, hmm.." ukalalığıyla görmeye başladık.


ve oradan gittik.


hayır, bu sevgilinin beni aldattığını belgeleyen bir fotoğraf değil. o zaman niye bir hatunla oturuyor? çünkü, biz yine falcıya gittik.

dilek diye bir falcı kız vardı, krişna'da. daha önce her şeyimizi bilip bizi çok korkutmuştu. yine gidelim dedik. terastaki minderlere oturduk. kahvelerimizi söyledik. ağzımızda güneş bekledik. kahvelerimiz geldi. içmeye başladık. derken garson geldi ve "dilek hanım'ın falı 20 ytl oldu." dedi. çok değil bir kaç saat önce "çello susturucusuna 25 milyon vermektense sevgiliyle daha iyi geçinirim, gürültüme tahammül eder!" diyen bünye bu %100 zammı kaldıramadı. özlem hanım'a baktırırız madem (onunki 10 ytl) hem rekabeti kızıştırmış oluruz, dedik.

velhasıl kelam özlem hanım baktı falımıza. ama baştan sona salladı. hoşnut kalmayaraktan ayrıldık krişna'dan, birbirimize yazışları anlatıp güldük.

neymiş: üç kuruş fazla olsun, kırmızı olsun.

ya da: ucuzdur vardır illeti.

Salı, Temmuz 25, 2006

bir gecede amerikan siyaseti öğrenilmez.

uyuduysan bir de hiç öğrenilmez. çarşamba sanılan sınav salıysa insan kısa bir şok yaşar. yumurta kapıya dayanmadan işe oturmayan zihniyetin 20 yıllık birikimi belli bir fayda sağlasa da -bu çıkmaz, bunu sallarım, bu zaten yazış- yere düşmekte olan yumurtayı tutacak refleks her baba yiğitte yoktur.

Cumartesi, Temmuz 22, 2006

iskele verilmeden atlamak tehlikelidir.


"en büyük korkum vapur iskeleye yanaşırken atlayıp- dengemi kaybedip- düşüp ölmek." derdim eskiden. tam giyinmiş, süslenmişsin. gezmeye gidiyorsun. hop. öldün. kabus gibi...
demek ki karşı yakada "gece gezmeleri" henüz yeni ve mühimmiş benim için o zamanlar. özenirmişim giderken.
ölmek istemezmişim bu yüzden.

şimdi orası ev. burası bir nevi gezme. büyümekle beraber gelen bir şey hareket alanı. yaşar kurt şarkısı gibi: büyüdü pabuçlar, yollar büyüdü.

ama ben, iskele verilmeden inmem hiç vapurlardan.

dün bir kadın düşüverdi vapurdan atlarken. dizleri kırılmadı. kolları öne doğru uzanmadı. çığlık atmadı. ayakkabıları mıhlanmış gibi yere gerisin geri yıkıldı, hacıyatmaz gibi. arkasındaki adam ürküp geri sıçramadı. sanki sokak ortasında armut gibi düşen insanları toplamak vazifesiymiş gibi soğukkanlı omuzlarından yakaladı kadını. kadın yay gibi esneyip ayağa kalktı.

jive duydum gibi oldu. coca cola reklamı gibi taka tuka müzik yapmak istedim. tüm vapur dans etsin istedim.

bu arada otobüse binmiştim bile; yalan oldu.
bu da tarihin tozlu sayfalarında yerini alacak tırt bir yazı oldu.

Pazar, Temmuz 16, 2006

bugün

caddebostan sahilinde zeyn'le geçmiş bir akşamüstü. bira ve midye dolma. bodrum'a da gideceğiz, küba'ya da. sonra büyüyeceğiz; ben sevgiliyle evleneceğim, sen sinan'la. çocukları küçükten baleye gönderip, biz kahve içmeye gideceğiz. yalan söyleme; sen de erken kalkacaksın kocana yemek yapmak için.
yıllığıma " sen benim o kadar çok şeyimsin ki, seninle dans ederim fıstık.." yazmıştın ya, daha çok dans edeceğiz birlikte.
sonra bir gün yine diyeceğiz, bugün dediğimiz gibi, "sonsuza kadar yaşamak ve her şeyi yapmak istiyorum!" diye.

Cuma, Temmuz 14, 2006

the tiger lillies


çingene müziği ve operayı "harmanlayan" bir grup keşfettik sevgiliyle istanbul caz festivalinde. bazı seyirciler bile palyaço şapkaları, maskeler, şeytan boynuzlarıyla gelmişti. müzik de güzeldi, "ironik" şarkı sözleri de (I see piss, coming from your legs.. I love you although you smell.. vb.), sahne showları da (bir ara davulcu öldü, sonra hortladı, domuz maskesiyle çıktı vb.)...

evde oturup dinlenir mi, hayranı olunur mu, albümleri alınır mı, bilmem. ama en azından hayatta bir renk olarak görmek, bilmek hoş oldu. gene gelse, gene giderim!

bilgi için: http://www.tigerlillies.com/2003/index.php

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

"b a ş k a"

yeni öyküm bisiler.blogspot.com'da yayınlandı! herkese duyururum.

aylarca uzadı durdu. karakterleri, konusu, üslubu zırt pırt değişti. en sonunda ortaya eklektik bir yapı çıktı. adını "b a ş k a" koymakta tereddüt ettim başlangıçta. sevgilinin senaryosunun adı "b-aşk-a"ydı. ama güldü, "sevinirim" dedi.

bilmiyorum okuyan olacak mı... keşke herkesler okusa da eleştiri için bir de bana e-mail atsa...

özgelik


"Aydınlanma zihnin çevreye olan dikkat ve ilgisini önem sırası yapmadan, yan tutmadan uyanık tutmakla başlar.(...) Amacı zihni saplantılardan, koşullanmalardan, bağımlılıklardan kurtarıp özgürleşmesini sağlamaktır. Zihin en başta kişisel benlik yanılgısından kurtarılıp, bağımsızlaştırılıp, özgürleştirildi mi ortada uyanıp aydınlanmamak için bir neden kalmaz.

dünyaya geliş nedenimiz her halde uyumak değildi. uyanmak, bütün bunalımı, bütün acısı, sevinci ile içten içe yaşadığını duymak... içine doğduğumuz hayatı anlayarak, duyarak yaşamak, iyi ya da kötü yanları ile bu yaşamak dediğimiz serüveni üstlenmek."
ilhan güngören, zen budizm.

yanılgı: başkalığın çekiciliğine kapılıp, benliği bir fetiş objesi haline getirmek. özge olma durumunu sürekli, değişik yollarla dışa vurmaya çalışmak. profiller belirlemek. kendini ayrı tutmak. yarattığım benlik içine hapsolmak.
büyük yanılgı: özü değil özgeyi aramak.

Pazartesi, Temmuz 10, 2006

kıllanan adam

saat 10, ben uyumak istiyorum.

ama yok, paper yazmalıyım. response paper. okuduğumu anladığımı kanıtlamalıyım. derste konuşmalı, fikirlerimi paylaşmalıyım. koray hocam öyle yazmıştı e-mailde: artiküle fikirlerinden arkadaşların da faydalansın.

hadi canım, hadi ordan. bir insanın bir diğeriyle -yani eşi, dostu değilse, beraber yaşamıyorlarsa- bir şey konuşması çok komik değil mi? yani "fikir paylaşması", tartışması... "küresel kapitalizm bıdı bıdı...", "siyasel islam pıtı pıtı...", "filistin tıpı tıpı...".......

çok biliyonuz.

ne demiş kundera: çok fazla insan, çok az fikir var. o yüzden herkes bu kadar aynı. genel geçerlerden şakıyor millet. biz de karşılarına geçip ince bellide çay höpürdetiyoruz kıllanarak.
müzmin muhalefet. uzatmalı şirret. her daim lanet.

bir de allah rızası için ders dinlerken kafa sallamayın ya, çok antipatik, rezil bir şey. onaylayıp durmayın konuşmacıyı. sevimli, zeki falan görünmüyor.

şimdilik bu kadar. neymiş: artık derslerde fikir beyanı yok, sallabaş hareketlerle hoca onaylamak yok. yarına herkes çalışıp gelsin.

Cuma, Temmuz 07, 2006

fish and chicks


eskiden cunda'ya giderken daha uzaktan deniz görüldüğünde megi'yle bağırmaya başlardık: deniiz deniizzz! diye. sonra her gün salondaki saatin önünde bekler dururduk deniz saati gelsin diye. çocukça çirkin kulaçlar, kaydımacalar... buruşana kadar suda kalma.

kışın da havuza gidilir ama güzel olmaz. üşünür. yorulunur. bone falan zaten çok sevimsizdir, kabarık çiçek çiçek değilse.

yaz okulumu şenlendirense güney kampüsteki havuz. sabah açılır açılmaz gidince iki kulvarı işgal eden yüzme okulu veletleri dışında kimse olmuyor. biz de didi'yle foşur foşur yüzüyoruz.

didi'nin sözüne güven olmaz. "hayatta yüzmem. ben 6 senedir ıslanmıyorum..." dedi dedi. sonra benim iflağım kesildiğinde dahi çıkmamakta diretti. o fishy oldu, ben fishist.

yeni hedefim sevgiliyi ikna edebilmek!

Perşembe, Temmuz 06, 2006


butun cicekler, biraz daha su ister, su yoksa sevgimiz yasatsin onlari...

çiçeklerim


camımın önü şenlendi. bunca zamandır beklediğim pıtırtılar birer birer pırtladı. her sabah yeni bir tomurcukla uyandım. tabiat balkonumda canlandı. ben çok sevdim onları.

ama hayatla ölüm her zaman iç içe. biri açarken biri soluyor. yeni tomurcuklara sevinirken saksının kenarına düşen rengi hafifçe dönmüş yapraklara üzülüyorum.

güzelim ortancam öldü mesela. "ne oluyor bu çiçeğe, neden rengi bozuluyor, neden yaprakları çürüyor??" derken, bir de baktım saksının dibi yarım karış su olmuş. karantinaya aldım ama hiç umut görünmüyor. belki seneye, daha geniş bir saksıya aldığımda... didi de -ki kendisini daha önce görmüştünüz mercan'da bir masada, didem ve melike'yle beraber- bir ara kurudu, çiçeklerini döktü falan. ama şimdi toparlandı. tahminimce bu yaz gene açar. sardunyam hala uyuz, çiçeksiz, gıcık, upuzun bir dal. bu muhteşem üçlüyü hayata yenik düştükleri için cezalandırıyor ve resimlerini koymuyorum. ne zaman canlanır, güzelleşir, gözümü gönlümü açarlar, o zaman bu sayfada yer almayı hak ederler.

Cumartesi, Temmuz 01, 2006

caché, michael haneke


fransa kolonilerini sergiledi emperyalizmin doruklarında. siyah insanları, onların evlerini, hayatlarını ve bununla beraber tahakküm ilişkilerini bir festival havasında bulvarlarına taşıdı. çünkü gösterdikçe daha çok sahip oldu gösterilenlere. izlemek ve göstermek gücün vücut bulmuş haliydi, teşekkürler foucault.

haneke ise sık sık "tarihin objektif gözü" gibi tarafsız süsü verdiği kamerasını fransız burjuvasına doğrultmuş. aile kurumunun fil dişi kulesinde derin çatlaklar yaratan gizli saklıları, kabul edilmeyen sorumlulukları, günahları göstermiş. hepsinin üzerine çekilmiş her şeyi kapsayan ve saklayan uykuyu... şiddetin görülmedikçi şiddet olamadığını... ve en güçsüzler için bile sistemlerde ufacık da olsa bir özgürlük alanı bulunduğunu, teşekkürler simmel.

upuzun kesik boyunlu tavuk sahnesi, boynu kesik adam sahnesine kıyasla. aynı gün ölen cezayirli çift ve köpek üzerine hikayeler... her şey yerli yerinde, küçük dozlar halinde verilmiş bilgi. ne bir kare eksik, ne de fazla.

failin de "saklı" kalmasıyla artan rahatsızlık, güçlülüğümüzün ve haklılığımızın neticesi güvenli hayatlarımızın, bir nevi panopticon yapısı halinde olduğu paranoyasının doğurduğu bir tepki mi?