Pazartesi, Haziran 27, 2005

home sweet home ( veya istinye notları #1)

yerleştim yeni evime. fotoğraflarımı astım. kahvemi koydum. müziğimi açtım. keyif yapıyorum.
sevgilim işe gitti. tam karşımda körfez birahanesi. yanında habitat birahanesi. cam önlerine çamaşır asılmış evler.. çok severim böyle evleri. içerde yaşam olduğu anlaşılır. sırf dekor gibi görülen apartmanlardan nefret ederim. böyle bir eve misafirliğe gitmiştim yıllar önce. baltalimanı'nda son derece lüks ve fakat çalınmayan piyanosu, sanki deniz manzarasını içeri almamak için özenle sıkı sıkı çekilmiş perdeleriyle öyle boştu ki içimi sıkmıştı.
biz çamaşır yıkamıyoruz burda. yıkasaydık ben de asardım camın önüne..

Pazar, Haziran 26, 2005




kendi olarak, sana gelen-
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen-
kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan--
o, işte...

günaydın dünya!

sevgilim çıkardı bu blog mevzusunu. ne anlarım ben..! yine de bir talaş ertesi giderek azaldığını görünce dostların, bir de yağmur yağınca günün içine, bir de okumalar olunca birikmiş... ne diyeyim oturmuş buldum kendimi ekranın önüne. o şimdi yeni temizlenen -artık bizim olan!- evinde oturmuş çeviri yapıyor. sürpriz olacak bir anlamda...

istinye'deki mini mini evimiz öyle güzel! sahilimiz, koyumuz öyle huzurlu! sıra sıra tekneler, ağaçlar, 2. köprü manzarası... çok güzel günler bekleyecek bizi, biliyorum. sabah yürüyüşleri (o koşu diyor ama yalan!), bol çaylı kahvaltılar, bisiklet turları! sonra tango! öyle bir coşku işte içimde... günlük koşuşturma içinde unutuverdiğim bazen.

bugün kadıköy anadolu mezunlar günü. köşk varmış eskiden, annem anlatıyor. ahşapmış, çok güzelmiş. bir de 50. yıl kitabı basmışlar, her dönemden birileri anılarını yazmış. ne bileyim 8 yıl işte, insanın içi bir acı oluyor. benim de var anılarım, ama pek sıradan diğerleriyle kıyasla. özel yine de...

köşk möşk yoktu ben girdiğimde okula. ön bina, idare binası, tiyatro salonu, pansiyon binası, çamlık. 11 yaşı bile tamamlayamamış minicik adımlara pek uçsuz bucaksızdı bahçe. pek kocamandı son sınıflar. melikem'le sıkıntı içinde dolaşır dururduk. son yıllarda daha çok dilimize dolanmıştı 'bitse de gitsek!'... platonik aşklar, kupkuru tavuk kroketler, düş sokağı sakinleri, mor kalemlerle tutulan şiir defterleri, hep bir melankolik çıkılan sinemalar, son gemi, camel, captain black, portishead, sade -illa da klasik- nescafe, kıyafet kontrolleri, çamlık baskınları, melike'nin bulduğu her kağıt parçasına çizdiği kız portreleri, heavy metal, asker çantası, didem'in beni anlatan cadı resmi, didem'in annesine basılışımız, ne bok varsa hep mutsuz oturuşlarımız, hepsi bir stand-up gösterisini andıran dersler, olmazsa olmaz renkli converseler, converseler olunca olmazsa olmaz marazlanmalar, kadıköy'ün lodos sokakları, kıdemli martıları...

bir de mey meclisleri vardı, hey gidi hey! çarşamba, cuma sahillere inilir; kırmızı tuborg, kırmızı şarap, gitar-saz-keman-yaylı tambur-vs vs'de ata, ağlamalarda-kusmalarda ben ve didem, gülmelerde-oynamalarda ben ve melike. izmit sahilde yakamozlar, alanya sahilde caretta caretta, olimpos sahilde denizde yüzen mumlar, finike sahilde üç buçuk, kaş sahilde taocu ve dombili:)... moda sahilde hep beraber!

bir de tiyatro vardı: keşanlı ali destanı. bir keresinde -sahilden mi dönüyorduk?- serhoş kafayla prova yapasımız geldi gece vakti. beyhude çaba tabii, zar zor açtırılan sahnede 8-10 'sarhoş rasih', sabahki provaya kusmuklu perde! güzel geçti gene de oyunlar. ertesi sene: bir takım azizilikler. rtük. suya düşen emekler. neyse bu başka bir yazının konusu.

ts sınıfı başka bir alemdi kuşkusuz. kapısı kilitliydi sınıfın, sucu gelirdi ders sırasında. kettle'da çay suyu kaynar, battaniyeler altında dizlerimiz ısınırdı. cd playerımız çalardı derstir, teneffüstür demeden, danslar edilirdi. (camdan gelmişti bi kere yan sınıfın ingilizce hocası!) sigara içmek için çamlığa dahi inemeyecek kadar üşengeç zamanlardı. çamurluk denir bi yer vardı, düpedüz çöplüktü aslında, orda içerdik. her 3 dakikada bir basılırdı. koşup kaçamayacak kadar bitkin zamanlardı.

yorula sıkıla, şişe pişe, miksinleşe dinginleşe bitti lise. şimdi o sakin ruh can çekişiyor boğaziçi'nin her yokuşu azap havasında.

'uyku kardeşim, ver elini
usul usul, damla damla, beraber
eriyelim... eriyelim...!'

böyle bir derin sarsıntı içindeydim onla tanıştığımda. birlikte kapattık gözlerimizi, açmak üzre turuncu uykularda güzel rüyalara. bugün, geçmişimi gördüm kadıköy anadolu bahçesinde, yarın geleceğime gidiyorum bavullarım (ve çaydanlığım) elimde.
şimdilik iyi geceler!