Cumartesi, Mart 18, 2006

çiçekçiler

orda satılan hayvanlardan bazıları hastaydı. viyolaydı sanırım didemin çirkin köpeği, çok yaşamamıştı. bazılarıysa pek mutsuz bakıyordu kafeslerin içinden. geçen sene "kapatılmış" isimli proje için bana melül melül bakan o beyaz tavşanın melüllüğünden faydalanmıştım. ama çiçekçiler içimi açıyordu.

kadıköy iskelesine yanaştığında beşiktaş vapuru, hemen inmem ben. beklerim. av köpeği gibi kulaklarımı kaldırır, burun deliklerimi gererim. artık benim bir parçam değil ya kadıköy, meydana çökmüş kokular-renkler-sesler karmaşasından benden kalanları toplamaya çalışırım. üç çocuk yan yana oturmuş darbuka çalıyorlardır, söz gelimi. ellerinin kıpır kıpır hünerini, yüzlerindeki esmer neşeyi görürüm. yedi belayı arar gözlerim. onun esmer bileğindeki yeşil sicimi. ufacık ellerini, kocaman gözlerini ararım. sonra "o çok büyüdü artık"ı hatırlarım. fıratla yanımıza çöküverişi kalır gözlerimde.
vakitlerden kıştır. kestane kokar iskele. ve kestane babaya gidilirken alınır.
ve şurdan oyunlara biletleri alınır.
ve burda oturup çay içilir.
derken malum evcil hayvan ve çiçek satan dükkanların arasına karışılır. kafeslerin içindekilere, ve daha da çok dışarıdan içeriye bakanlara, bakılır.
dı.

yoklar artık. nereye gitmişler bilemiyorum. yok olmuşlar. yerlerinde koca koca mezarlar gibi taş zeminler de kalmış olmasa, insan hiç olmadıklarına kanaat getirecek. banklar ve ağaçlar kalmış geriye. ve soğuk. ve soğukta ve bankta oturan bir liseli çift.
entel çarşısı geldi aklıma. didemle oralarda dolaşmalarımız. baba peaceler (ya da anarşi:) )... sonra hatıraların otopark olması. iç çektim. dolmuşlara binmek için karşıya geçtim.

arkamdan zebellah gibi bir cüsse çıktı ayısal hareketlerle önüme geçiverdi. siyah kısa montunun altında kalın bir yağ ve kas dokusu. çok yukarlarda gördüğüm 3 numara kafanın bittiği yerde iki karış fıkır fıkır bir ense, uyumsuz tavırlar. önümdeki insan irisi eşkıyayı süzerken elindeki iki demek çiçeği fark ettim. biri kırmızı diğeri sarı iki buket gül. kırmızı gül malum aşktır meşktir. sarı gülse ayrılık demek. bir insan niye böyle yin-yang gibi gezer ki ortalıkta, diye düşündüm, uyumsuzluğuna mutlaka mantıksızlık da eklemek gerekir diye. birinden ayrılıp başka birine mi ilan-ı aşk edecekti herifçioğlu? ya da sevgilisiyle arası limoniydi de bir karar saati mi olacaktı bu randevuları? sanki çiçekçiler bir anda yerle bir olmuş da, dükkanların önünü dolduran rengarenk demetlerden kaçıp canını kurtarabilenler denize düşmüş, yılana sarılmış.

sonra aynı dolmuşa bindik ayıyla. yolda telefonu çaldı. inanılmaz ince bir sesle açtı telefonu. mırmır konuştu biriyle. konuşurken sesi titredi durdu utangaçlıktan. anlayışlı gülümsedim. iki tezat buketin ve kaybolan dükkanların sırrını çözemesem de, en azından bir süreliğine, insanları ve istanbulu sevdim. camın dışındaki caddebostan sahile göz kırptım.

sonra biri birine kızdı, okkalı bir küfür yuvarladı, uzun uzun kornaya bastı. bütün sevgilerim bitti.

3 yorum:

simiole paris carnet dedi ki...

birseyler hatirladim eskilerden. ama bazen bir renge bu ne renk dersin ve bilemezsin ya, onun gibi.

elckish dedi ki...

kuşlu talaş kokuyodu orası. çiçekçilerden de hiç çiçek almadım. ama şubat ortasında gördüğüm bi rüyada büssürü çiçekçi mor-tozpembe arası bütün tonlarda erguvan satıyodu. turfandaydılar sanırım.
bi de entel pazarında korsan kaset satan insanlar vardı.
bi de kulak deldirmelere doymazdık.

kadıköy senin bi parçan olmaz olur mu hiç..

osquée dedi ki...

güzel kızlar hep toplanmış buraya yahu. öperim hepinizi:)