Cumartesi, Nisan 15, 2006

so blue... ya da siyaset biliminin insandan götürdükleri

bir yanlış karar ya da karar verilmeden yapılan bir iş insanın hayatını nasıl mahveder... işte benim bütün hikayem. iyisiyle kötüsüyle bir tane hayat var elimde ve çeşitli baharatlar bu hayattan ne pişer diye. bazı şeyleri yapmak hoşuma gidiyor, hep böyle üzgün değilim. güzel bir müzik, iyi bir roman, yakın bir dost... küçük anlar, ve kısa anlardan medet uman sıradan bir insan işte, topu tamamı. bütün gün sıkılıp bunalıp akşam bir saatliğine kafamı dinlesem kar gibi. ya da şimdi çello çalmaya çalışıp yayın ağırlığından ruhuma bir parça anlam katmaya çalışır gibi. onun dışında sık sık sinir krizleri, ağlama nöbetleri, isyanlar. en büyük dert de bu okula nereden geldim.
[aslında benim için tuhaf bir şey değil bu; xxxx'e mesaj göderin falınız cebinize gelsin mesajına da cevap veririm ben, otistiklik var biraz, daha doğrusu komutlarla yaşama işte. düşünmeden. karar vermeden. bir zamanlar birileri çalışan kazanır, sen de çalış kazan, falan demiş besbelli ben de herkesin gittiği yoldan gidedurmuşum. sonra birden durmuşum. kendimi bomboş bulmuşum.]
ilkokul 4. sınıftaydık. sınıf arkadaşlarımı örgütlemiş, bir oyun çıkartalım demiştim. olmadı sonra, çalıştık falan ama beceremedik, tam hatırlayamıyorum. ama hep "tiyatrocu" olacaktım o zamandan sonra. bir yandan da bale vardı zaten.
sonra orta 1'de tiyatro insan'a gitmeye başladım. ama nasıl, sabah akşam. akımda başka bir şey yok. sonra okulda devam etti. liseye geçti benle, atölyelere girdi çıktı, kuram kuram kitaplar devirdi, bordo bordo perdeler önünde ışıl ışıl gözlerle bekledi. şimdi bana çok uzak, çok yabancı bir heyecandı o. çocuk gibi, deli gibi bir şey. tadını, rengini unuttum ama kokusu aklımda az çok. toz, pudra ve hipnotik poison. başka biri olmak, ne kadar da deli manyak bir şey, aklım almıyor. dedim ya şimdi çok uzağım o ruha.
lise sonda bir şeyler oldu, hatırlamıyorum. boğaziçi üniversitesi'ne girdim. siyaset bilmeye çalışıyorum. haftada bir gibi dönemsel delilikler yaşıyorum. oturuyorum. oturdukça içime rum ateşi döküyorlar. ben de ağlıyorum.
[ağlayamayanlar için teknikler vardı, spota bakarlardı. ben ağlardım, eşek gibi her anı yaşardım.]
bugün öyle bir gün biraz. ben ne yapıyorum yahu günü. hayallerimi kaybettim günü. olmak istemediğim biri mi oluyorum, biraz da; hatta, bu hayat bana ait değil gibi, az buçuk.
bugün konservatuvar sınavlarını araştırdım. 21 yaşını doldurmamış olmak gerekiyormuş. ben 21 yaş 5 aylığım.
ben tam bir aptalım.
neler olacak belli aslında, bundan gayrı yazılmış tirad. okul ıkına sıkına biter. boktan bir şirkette işe başlanır. ayda bir tiyatroya gidilir belki. hiç umutlu değilim ama cumartesi falan vakit ve para bulunursa çello hocası gelir. sıkıntıdan her gün daha çirkinleşen yüzümün çizgileri boktan bir dizi karşısında gevşer, uyuyakalırım.
rüyamda belki o kıpır kıpır hisleri duyarım karnımda. perde açılmadan az önceki. uyanınca hatırlamam. bir hata ya da şaşkınlık ya da dalgınlık anında giriverdiğim büyüklerin dünyasında var olmaya devam ederim. belki.
olmak ya da olmamak
işte bütün mesele bu.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Umarim 21 yas siniri (ne icinse bu sinir) seni durdurmaz ve olmak istedigin kisi olursun. Seneler sonra her sey icin cok gec olacak.

coffeé dedi ki...

büyümeye başlamak ve hayatın içinde iyice yerleşmeye başlamak kimi zaman iyi kimi zaman da kötü... özellikle mutluluğu küçük şeylerde arayıp sürekli o masumlukta mutlu olmak isteyenler için...
hep bir öykü söylene gelir ya... insan gerçekleştiremediği kısmını da çocuğuna taşır kimi zaman...
bu hayat öyle pratik ki... insanın elinden birçok şeyi alırcasına bazen... ve bizim yaşadığımız yer itibariyle öyle yanlış kaygılarla büyütülüyoruz ki... anlamak da zor oluyor anlamlandırmak da...
bu hayatı veri kabul etmek gerekiyor galiba zor olsa da verildiği gibi almak... sonra da kendini istediğin şekilde süslemek gerekiyor galiba... bırak onlar devam etsin dizinin başında uyumaya... sen çınlat çello nun yaylarını....