Çarşamba, Eylül 07, 2005

bişiler..

köşe başında ayrıldılar. uzun saçlı olanı bakkalın önünde bekleşen arkadaşlarının yanına gitti. uzaktan bağırışlar duyuldu; sarılışlar, gülüşler... kısa saçlısı sol koldaki apartmanlardan birine yöneldi. merdivenlere çökmüş yedi sekiz kişi ellerinde dönüp duran şarap şişelerini kaldırarak selamladılar onu. gözlerinde belli belirsiz bir duman, yüzlerinde aleni hoşnutluk, öylece demleniyorlar kimbilir kaç saattir. yine kucaklaşmalar.. uzaklaşınca özleniyormuş meğer senin sandıkların. bir zamanlar hiç bitmeyecek sanıp korkusuzca tutunduğun onca şey, bir anda kayıp ayağının altından, sana en azılı düşman olup çıkıyormuş. sonra, ne kadar büyüsen de anne koynunda sıcak, nemli bir uykunun kollarına bırakıyor gibi kendini, böyle yapış yapış bir sarhoşluğa gömülmek gerekiyormuş ki, mezunlar gününde seni kapıdan karşılayıp bağrına basacağını düşündüğün çocukluğunun dil çıkarıp kaçması çok da yakmasın canını...

...

lodos eser kadıköy'ün sokaklarında. kaldırımlar hep biraz pistir. kadıköylünün başı ağrır sık sık. sokakları dar ve karanlıktır kadıköy'ün. köpekleri hep uykuludur. denize çıkar sandığın sokaklar duvarlarla kesiliverir. caddesi, meydanı şamatadır ama sokaklarının acı bir melankolisi vardır.
eski bir evin önünden geçerken beyaz ve buruşuk bir perdenin ardından beyaz ve buruşuk bir yüz çıkıverir. ölümü görebildiğini duyumsarsın o an. ölüm adım adım izler seni lodosu arkasına alıp bu sokaklarda.

...

kadıköy'e bir-ki

martıların var senin beyaz
kanatların var
çerin çöpün çöplüğün
gecelerin salkım saçak sarhoşun
sabahları pis pis kusmuğun
gece gündüz sere serpe kızların var

denizin var sahillerde poşet poşet dalga
simitçilerin eskicilerin bağır çağır
cinayetin rezaletin kıyametin

kilit altında namus namus kızların var

var işte sende saçmalığın her türü
bir ben varım sende senden içerü

...

ay yükseliyordu. geri geri sendelerken gölgesi taş duvara vurdu, üç karaltı altında ezilmiş. ucu kıvrılmış bir bıçaktı gökyüzünde hilal, parlıyordu. soğuk. buzlu cam gibi. kasılmış parmakları altında bir papatya ezildi. iri gözbebekleri titredi yuvalarının içinde, sonra sımsıkı kapandı gözleri. bağırışlar duydu sanki, küfürler duydu boğuk ve bulanık. bir an kulaklarına bastındırdığı yastığın altından duyduğu bağırışlar geldi aklına. çocukluğunun pazarlarında. anne. baba. cam kırıkları. küfürler. polis. bıçak. gırtlağından kesik bir hırıltı koptu. üç karaltı uzaklaşırken tenhadan, ay yükseliyordu.

Hiç yorum yok: