filmli fotoğrafya çıktı çıkalı eski teknikleri kullanmak alternatif sayılır olmuş. şimdi de dijital fotoğrafçılık neredeyse normken karanlık odada fotoğraf basmak başlı başına bir alternatif.miş.
dijital kayıt böyle virüs gibi leş gibi bir şey. kontrol edemezsin. dünyanın dört bir yanına yayılabilir. halbuki, bir ilişki içerisindeki iki kişiden hiçbiri o ilişkiye tek başına sahip olamazken, yine bir tek kişinin bu ilişkiyi bir üçüncü kişiye gösterebiliyor olması haksız fiil değil midir? ne de olsa bu: nemo plus juris. yani sahip olmadığını başkasına veremezsin. peki fotoğrafçı ne kadar ahlaklıdır ilişkiye girdiği kişinin ya da nesnenin karşısında onu cümle aleme gösterirken? bu kayıt etme hususu başlı başına bir bekaret kaybı değil midir? dir mi r idir midir hebele hebele....
bir de bugün babamın doğumgünü!
Cuma, Eylül 30, 2005
Çarşamba, Eylül 28, 2005
bosphorus university'de ilk gün- ya da allahım neydi günahım??
böyle bir insan değildim eskiden. geniş bir arkadaş çevrem vardı. insanlara karşı dürüsttüm. duvarlarım, planlarım, hesaplarım yoktu. kendimi korumaya çalışmıyordum insanlara karşı.
geldim. gördüm. yenildim.
artık tahammül edemiyorum hasan volkan'ın bırt bırt ötmesine. (ya da herhangi bir başka koca kafalı çocuğun (ya da küçük kafalı ve genellikle türbanlı kızın...)...)... insanları ne zaman sınıflara ayırmaya başladım? ne zaman sevebileceğim kısmı bu kadar daraldı? küçük ve saygı duyulmayacak işler peşindeki küçük ve saygıdeğmez insanlar burda bu okulda her yerdeler! kaçamıyorsun. saklanamıyorsun. bu dönem kabuğuma çekiliyorum, dedim handeye. sınıf bile yeter, dedi.
az bile dedi. yolda selamlaşmak bile yeter! böylesine nefret işte. ve benimki - çünkü içimde patlıyor- böylesine bir acz!
bir de nesi var bu okulun anlamıyorum, nesi iyi nesi güzel, nesi prestijli!?!?! politika bölümü iyiden çok uzak. vasat. ama bunu belki de bile bile össsssssss'den denyoluğumuzun ödülü olarak aldığımız o puanları g.tümüze sokmak dururken böyle bir yatırıma giriştik.
çok sosyal bir okul! ve ben kal'da tiyatro ve dans kulübü başkanlığı yapmış, sinema kulübünün filminde rol almış, sayısız şiir dinletisi hazırlamış, okuldan çıkıp çıkıp atolyelere koşmuş insan 2 senedir kıçımın üzerinde oturmaktan başka bir şey yapmıyorum burda. melike radyodaydı işte. o iğrenç adamlara döndüm, dedi. bıraktı. ben bi ara dansa girdim. power base oldum, canımı sıktılar. bitti o dalavereler artık varsa yoksa tavşan kaç tazı tut.
evet kaçıyoruz artık handeyle. ben işte selam bile vermedim bugün kimseye. öyle koruyorum ki kendimi kimsenin şiddetine maruz kalmayayım. o daha temkinli iyi adamlar da vardır belki, diyor kağıtları yolarak. benim parmaklarım üç gündür sigara tutmamış daha bir sinirli dolanıyor masada, vakit ve sinir harcayamam, diyorum. çok da iyi yapıyorum. canıma sağlık!
hepinizden ve herbirinizden neflet neflet neflet. BoğaZiçiler sizi. sevimsiz boklar siziiiii!
geldim. gördüm. yenildim.
artık tahammül edemiyorum hasan volkan'ın bırt bırt ötmesine. (ya da herhangi bir başka koca kafalı çocuğun (ya da küçük kafalı ve genellikle türbanlı kızın...)...)... insanları ne zaman sınıflara ayırmaya başladım? ne zaman sevebileceğim kısmı bu kadar daraldı? küçük ve saygı duyulmayacak işler peşindeki küçük ve saygıdeğmez insanlar burda bu okulda her yerdeler! kaçamıyorsun. saklanamıyorsun. bu dönem kabuğuma çekiliyorum, dedim handeye. sınıf bile yeter, dedi.
az bile dedi. yolda selamlaşmak bile yeter! böylesine nefret işte. ve benimki - çünkü içimde patlıyor- böylesine bir acz!
bir de nesi var bu okulun anlamıyorum, nesi iyi nesi güzel, nesi prestijli!?!?! politika bölümü iyiden çok uzak. vasat. ama bunu belki de bile bile össsssssss'den denyoluğumuzun ödülü olarak aldığımız o puanları g.tümüze sokmak dururken böyle bir yatırıma giriştik.
çok sosyal bir okul! ve ben kal'da tiyatro ve dans kulübü başkanlığı yapmış, sinema kulübünün filminde rol almış, sayısız şiir dinletisi hazırlamış, okuldan çıkıp çıkıp atolyelere koşmuş insan 2 senedir kıçımın üzerinde oturmaktan başka bir şey yapmıyorum burda. melike radyodaydı işte. o iğrenç adamlara döndüm, dedi. bıraktı. ben bi ara dansa girdim. power base oldum, canımı sıktılar. bitti o dalavereler artık varsa yoksa tavşan kaç tazı tut.
evet kaçıyoruz artık handeyle. ben işte selam bile vermedim bugün kimseye. öyle koruyorum ki kendimi kimsenin şiddetine maruz kalmayayım. o daha temkinli iyi adamlar da vardır belki, diyor kağıtları yolarak. benim parmaklarım üç gündür sigara tutmamış daha bir sinirli dolanıyor masada, vakit ve sinir harcayamam, diyorum. çok da iyi yapıyorum. canıma sağlık!
hepinizden ve herbirinizden neflet neflet neflet. BoğaZiçiler sizi. sevimsiz boklar siziiiii!
Pazar, Eylül 25, 2005
2005 yazı
yaza yaza yaz bitti... yeni dönem için "register" olduk. "schedule"larımızı hazırladık. "consent"lerimizi aldık. "advisor"lara gönderdik. "approve" da edildik.. kim tutar uleyn! fransızca 201 alana kadar canımı verdim. bir daha istediler bir daha verdim. olmaz böyle şey. (yoksa rüya mı/tam mutlu oldum derken/ yıktın bütün dünyamı) ben ki dünyaya gönderilirken hatların karışması sonucu champs elysees yerine kadıköy meydana düşmüşüm, fr101'i almamışın kardeş yasssaak deyiverdi k.duumun sistemi. ulen denyo bir üst dersi geçmişim işte diyorum, gelmişini geçmişini diyor. çaresiz dersi alamadan kredileri tamamlayamadan uzaklaştık "study"den, biraz buruk, biraz mahsun. sevgili de üzüldü. bir tane sanat tarihi dersini "drop" ettirdi diye bana. velhasıl kelam eve döndük işte buruk ve mahsun. ama biz birer BoğaZiçi'ydik. yılamazdık. hemen telefonlara emaillere saldırdık. dedik bu ne biçim terbiyesizlik, şerefsizlik. ayağınızdan vurdurucaz fln deyince, tamam abla buyur gel başımızın üzerinde yeriniz var, dediler. yedi sülalene consent veriyorum allahıma dediler. severler beni.
neyse sonbahar geldi. sağanak yağmurlar başlıyor. yeni aldığım bordo süet topuklu pabuçlar bana bakıyor buruk ve mahsun.
bu yaz pek çok önemli olay yaşadık. bülent ersoy ona rüşvet teklif eden parti başkanını açıkladı. gamze özçelik'in tecavüz görüntüleri internette dolaştı. damat adayı ata uyuşturucudan öldü. bu yaz marmara adasına-ağvaya-cundaya gittim. istanbulda havuza plaja fln gittim. kloş etek topuklu pabuç giydim. amelie saç modeli yaptım. zeytinyağlı dolma da yaptım. kıskançlık da yaptım. pek çok abuk subuk börtü böcek gördüm.
figaroyu bıraktım. (bugün)
pek de bir şey yapmamışım gördüğüm kadarıyla. ama hiç önemli değil. böyle zamanımı iyi değerlendiriyorum. züper yaşıyorum. liderlik vasıflarına sahibim. milenyum saç stilim var. diyen adamlardan zerre kadar haz etmiyorum zaten. boşluğun değerini bilmek lazım. yoksa adamın kendisi koskocaman bir boşluğa dönüşebilir. (magathi yotuhama) bu yüzden müzik dinleyerek tavla oynayarak geçirdiğim günlerin değerini biliyorum. herkese de tavsiye ediyorum. löngürst!
neyse sonbahar geldi. sağanak yağmurlar başlıyor. yeni aldığım bordo süet topuklu pabuçlar bana bakıyor buruk ve mahsun.
bu yaz pek çok önemli olay yaşadık. bülent ersoy ona rüşvet teklif eden parti başkanını açıkladı. gamze özçelik'in tecavüz görüntüleri internette dolaştı. damat adayı ata uyuşturucudan öldü. bu yaz marmara adasına-ağvaya-cundaya gittim. istanbulda havuza plaja fln gittim. kloş etek topuklu pabuç giydim. amelie saç modeli yaptım. zeytinyağlı dolma da yaptım. kıskançlık da yaptım. pek çok abuk subuk börtü böcek gördüm.
figaroyu bıraktım. (bugün)
pek de bir şey yapmamışım gördüğüm kadarıyla. ama hiç önemli değil. böyle zamanımı iyi değerlendiriyorum. züper yaşıyorum. liderlik vasıflarına sahibim. milenyum saç stilim var. diyen adamlardan zerre kadar haz etmiyorum zaten. boşluğun değerini bilmek lazım. yoksa adamın kendisi koskocaman bir boşluğa dönüşebilir. (magathi yotuhama) bu yüzden müzik dinleyerek tavla oynayarak geçirdiğim günlerin değerini biliyorum. herkese de tavsiye ediyorum. löngürst!
Çarşamba, Eylül 21, 2005
babama
"hala benle ilgili bir şey yok!"
a benim güzel babam, ne üzüyorsun beni böyle. bilmiyor musun benim için değerini, "özel"liğini. bir baba-kız (kareyovalar) ne kadar yakın olabilirse öyleyiz senle. bebekliğimden beri.. korkulu, sıkıntılı rüyalarda bir yerden "kızım" diyen sesini duyuyorum bazen, huzurlu uyuyorum. ya da sen sinirlenip beni ağlattığında gene gelip senin yanında avunuyorum. istinye'de 4 hafta sonra beni arayıp "ben düşündüm, izin vermediğime karar verdim, evine dönüyorsun" dediğinde ya da burda, son derece neşeli bir sesle "evlatlıktan reddedildiiin!" dediğinde hihihi diye gülüyorum.
seni canım kadar çok seviyorum.
biz hep böyle yakın, böyle züper bir ikili olduk senle. ama işte, benim bu "duygusallaşma" hallerime sen "bunalımlı mıyızzz" diyorsun. ben de utanıp yazamıyorum.
hadi gül madem:) işte yazdım benim mavi gözlü aslan babam! al sana bir de resim!
deşifre oluyoruuuuz...
Cuma, Eylül 16, 2005
annemügeben
elektrikler kesildi annemügeben gecesinde. mumlar yakıp biralar içip şarkılar söyledik böylece. hatta hızımızı alamayıp masadan kalktık oryantal sanatını icra ettik. beraberce büyümüş üç genç bağyan gibiyiz biz. dedikodular, kahve falları, alışverişler, depresyonlar, tatlı krizleri... tüm kadınsı işlerimizi yapabiliyoruz birlikte. mutluyum bu kızlarla. annemin elini tutmak için kolumu yukarı kaldırmak zorunda olduğum günlerde tahmin edebileceğimden çok daha fazla. je vous aime!
Perşembe, Eylül 15, 2005
1,5
1,5 yıl oldu sevgiliyle baş başa.. ne mutlu. bir şişe kırmızı buzbağ-balkon-uyku. yan yana.
her şey çok güzeldi.
ta ki o ana kadar.
sabah olmuş gün doğmuştu. tesisatçılar gelmiş, musluklarımızı yapıyorlardı. birden pür telaş umarsız ve riyakar karşıma çıktı. daha önce çok bahsetmişlerdi ondan. ününü duymuştum. o da benim peşimdeydi hep. 20 yıl önce yatağıma girmeye çalışmış, daha bir kaç ay önce ise sevgilimle ölümüne bir zıtlaşma yaşamıştı. kendine çok güveniyordu besbelli. bu ketum tavrı belki bana biraz çekici geliyordu. ama bir yandan da delice ürküyordum ondan. şimdi bu hiç beklemediğim anda, hem de sevgilimin evinde beni bulması... üstelik bu mutlu günümüzde... kafam çok karışmıştı.
hemen koltuğun üzerine sıçradım. "necati, çiyan var, öldür onu!" diye bas bas bağırdım. burdan kendisine sesleniyorum:
sevgili çiyu,
seninle aramda her şey bitti. bir daha beni rahatsız etme. peşimden gelme. seni kırmak istemiyorum bebito, geçmişe saygım var. ama bir daha mutlu yuvamda görürsem seni, bak kati söylüyorum, bunu yanına bırakmam.
her şey çok güzeldi.
ta ki o ana kadar.
sabah olmuş gün doğmuştu. tesisatçılar gelmiş, musluklarımızı yapıyorlardı. birden pür telaş umarsız ve riyakar karşıma çıktı. daha önce çok bahsetmişlerdi ondan. ününü duymuştum. o da benim peşimdeydi hep. 20 yıl önce yatağıma girmeye çalışmış, daha bir kaç ay önce ise sevgilimle ölümüne bir zıtlaşma yaşamıştı. kendine çok güveniyordu besbelli. bu ketum tavrı belki bana biraz çekici geliyordu. ama bir yandan da delice ürküyordum ondan. şimdi bu hiç beklemediğim anda, hem de sevgilimin evinde beni bulması... üstelik bu mutlu günümüzde... kafam çok karışmıştı.
hemen koltuğun üzerine sıçradım. "necati, çiyan var, öldür onu!" diye bas bas bağırdım. burdan kendisine sesleniyorum:
sevgili çiyu,
seninle aramda her şey bitti. bir daha beni rahatsız etme. peşimden gelme. seni kırmak istemiyorum bebito, geçmişe saygım var. ama bir daha mutlu yuvamda görürsem seni, bak kati söylüyorum, bunu yanına bırakmam.
Salı, Eylül 13, 2005
"gözlerinize hiç dikkat etmemişim. bakayım, yoo, hiç de yakutları, zümrütleri andırmıyor. bilakis pek değersiz şeyleri anımsattı bana. çocukluğumuzda oynadığımız renkli bilyalar gibi. renkleri güzel ama bakışlarında bir sıcaklık yok."
türk sineması ne güzel bir şeydir. bir de hintli olsaydık herhalde film sektörümüzle bu kadar gurur duyabilirim. her filmi kimbilir kaç kez izlemişimdir. hiç de sıkılmam. belki aynı anda binlerce iş görülebildiği için.bir de zaman geçmediği için hiç... yıllara meydan okuduğu için adile naşit ve hulusi kentmen.
ve ben de onlarla beraber.
türk sineması ne güzel bir şeydir. bir de hintli olsaydık herhalde film sektörümüzle bu kadar gurur duyabilirim. her filmi kimbilir kaç kez izlemişimdir. hiç de sıkılmam. belki aynı anda binlerce iş görülebildiği için.bir de zaman geçmediği için hiç... yıllara meydan okuduğu için adile naşit ve hulusi kentmen.
ve ben de onlarla beraber.
Pazartesi, Eylül 12, 2005
Cumartesi, Eylül 10, 2005
beklenmedik anda gelen sevgili'ye düet (keman ve sürekli bas)
Largo
Yaşının baharında bir yorgun dilenci,
Sadaka aşklar, üç beş kuruşun davası bir hayat…
Bir ilmek daha atmalı yalnızlığa.
Yalnızlık koyu soğuk ve gri,
Yalnızlık çekici yapış yapış bir uyku tadında.
Yıllandıkça ağıtlanmış mahzendeki şarap.
Bir kuru gürültü bir acı tat.
Velhasıl bir barok solo suretinde geçmekteymiş hayat…
Adagio
uyandı güneş tavşan uykusundan, tek kişilik
yalın rüyaları deldi yırttı
şimdilik yoktu gelecek olan
bekleniyordu.
İlk gelen meraktı, gözleri açık, kocaman
Koştu, sarktı pencereden, düştü, öldü, yok oldu
Sonra, mor saçlarını savurarak şüphe girdi içeri
Anlaşılmadı; hırsından, yandı, bitti, kül oldu
Ve Kurşuni sessizliğin bölünme tehdidi hasıl
Ve usul usul damlayan bölünme umudu
Gelecek olan şimdilik yoktu
bekleniyordu
gün başladı mahmur gözlerle, yalın kılıç, en geri saflarda
ve tüm neferler yine akşamdan kalma
ve atlar eğersiz, ve yaşamlar değersiz, ve biz
yine habersiz; savaş başlamış çoktan
….
Erkek durdu, baktı, bekledi.
Kadın durdu.
Baktı.
Bekledi.
Erkek gözlerini açtı sonra, karanlığı deldi.
Kadın düşürdü gözlerini önündeki uçuruma, koştu, kuytulara saklandı.
Erkek gülümsemesini buldu, çıkardı, serdi aralarına.
Nefesini sesini çıkardı
Kadın ayaz beyaz elleriyle dondurdu zamanı.
Derken Yağmur başladı istanbul’da
Paslandı şehir
Yağmur başladı istanbul’da, inatçı
Yağmur, yine istanbul’a sancı
(galata köprüsünde bir akşamüstü; balıkçılar, martılar.. köprüüstü bir an, ne güzeldir ki ayaküstü yaşanan. Turuncunun o kısacık hükümranlığında bir bakış ve bir kaçış. Ve o an, şimdi geçmişte sallanıp duran. İşte O akşamüstü orda; balıkçılar ve martılar, anlar.)
Derken Erkek ceketini verdi kadına.
Gözlerini, ellerini, yüreğini…
Ve sonra kelimelerini verdi kadına
-en değerli-
sözlerini verdi.
Gel dedi.
Andante
Bahar geldi sahillere sinmiş yosun kokusuyla
Başladılar yürümeye
Bir dokunuşla mutlandıkları zamanlar oldu
Bir bakışa ağladıkları zamanlar
Kayıkları insanları martıları geçtiler
Zamanı geçtiler
Öyle güzel geçtiler, kadınlar hayran kaldı
Öyle güzel geçtiler, bu yürüyüş taçlandırılmalı!
Yaz geldi, az geldi
ayrılıkla, kavuşmayla
Upuzun bir öğlenden sonra gibi tembel geçti zaman
O zaman
Anladılar zamanın gün yüzlü bebeklere ninni söylediğini
O tanıdık sesiyle, o yabancı
Anladılar, bu yürüyüş taçlandırılmalı!
Güz geldi, tez geldi
Yürüdüler yine sararan yapraklara inat
Ahmak ıslatanlara, adam kandıranlara, sabır taşıranlara
Kıstıranlara, pıstıranlara inat
Yürüyüp geçtiler şehrin tüm çöplüklerini
Lağımlarını ve kanalizasyon çukurlarını geçtiler
Tüm berduşlara göz kırpıp fahişelere selam verdiler
Yürüyüp öğrendiler adımları hızlandırmalı
Öğrendiler bu yürüyüş taçlandırılmalı!
Kış geldi yumuşak beyaz pofurdak
Kış geldi buzlu cam gibi kütürdek
Kayıp kayıp düştüler karda
Batıp batıp çıktılar
Kimliklerini yitirdiler beyazlarda
Cüzdanlarını, anahtarlanırını, hatıralarını
Madem geriye bir yürüyüşleri kaldı
Madem, bu yürüyüş taçlandırılmalı!
Elele geçerlerken, çığlık çığlığa izleyenler
Güller konfetiler
14 pare top atışı,
Ve erdi bahar sardı yine neş’e cihanı!
Vivace
Yaşının baharında bir kocamış sarhoş
Dut şarabından sözler duymuş, mineli
Ah ne hoş! Yaşamak ağır ağır çakırkeyif
Yaşamak birlikte tadarak en tatlı meyi
Ve şimdi
Daha azına da razıyım aslında
Tek parmağındaki mühürlü yüzük olsam
Yaşının baharında bir yorgun dilenci,
Sadaka aşklar, üç beş kuruşun davası bir hayat…
Bir ilmek daha atmalı yalnızlığa.
Yalnızlık koyu soğuk ve gri,
Yalnızlık çekici yapış yapış bir uyku tadında.
Yıllandıkça ağıtlanmış mahzendeki şarap.
Bir kuru gürültü bir acı tat.
Velhasıl bir barok solo suretinde geçmekteymiş hayat…
Adagio
uyandı güneş tavşan uykusundan, tek kişilik
yalın rüyaları deldi yırttı
şimdilik yoktu gelecek olan
bekleniyordu.
İlk gelen meraktı, gözleri açık, kocaman
Koştu, sarktı pencereden, düştü, öldü, yok oldu
Sonra, mor saçlarını savurarak şüphe girdi içeri
Anlaşılmadı; hırsından, yandı, bitti, kül oldu
Ve Kurşuni sessizliğin bölünme tehdidi hasıl
Ve usul usul damlayan bölünme umudu
Gelecek olan şimdilik yoktu
bekleniyordu
gün başladı mahmur gözlerle, yalın kılıç, en geri saflarda
ve tüm neferler yine akşamdan kalma
ve atlar eğersiz, ve yaşamlar değersiz, ve biz
yine habersiz; savaş başlamış çoktan
….
Erkek durdu, baktı, bekledi.
Kadın durdu.
Baktı.
Bekledi.
Erkek gözlerini açtı sonra, karanlığı deldi.
Kadın düşürdü gözlerini önündeki uçuruma, koştu, kuytulara saklandı.
Erkek gülümsemesini buldu, çıkardı, serdi aralarına.
Nefesini sesini çıkardı
Kadın ayaz beyaz elleriyle dondurdu zamanı.
Derken Yağmur başladı istanbul’da
Paslandı şehir
Yağmur başladı istanbul’da, inatçı
Yağmur, yine istanbul’a sancı
(galata köprüsünde bir akşamüstü; balıkçılar, martılar.. köprüüstü bir an, ne güzeldir ki ayaküstü yaşanan. Turuncunun o kısacık hükümranlığında bir bakış ve bir kaçış. Ve o an, şimdi geçmişte sallanıp duran. İşte O akşamüstü orda; balıkçılar ve martılar, anlar.)
Derken Erkek ceketini verdi kadına.
Gözlerini, ellerini, yüreğini…
Ve sonra kelimelerini verdi kadına
-en değerli-
sözlerini verdi.
Gel dedi.
Andante
Bahar geldi sahillere sinmiş yosun kokusuyla
Başladılar yürümeye
Bir dokunuşla mutlandıkları zamanlar oldu
Bir bakışa ağladıkları zamanlar
Kayıkları insanları martıları geçtiler
Zamanı geçtiler
Öyle güzel geçtiler, kadınlar hayran kaldı
Öyle güzel geçtiler, bu yürüyüş taçlandırılmalı!
Yaz geldi, az geldi
ayrılıkla, kavuşmayla
Upuzun bir öğlenden sonra gibi tembel geçti zaman
O zaman
Anladılar zamanın gün yüzlü bebeklere ninni söylediğini
O tanıdık sesiyle, o yabancı
Anladılar, bu yürüyüş taçlandırılmalı!
Güz geldi, tez geldi
Yürüdüler yine sararan yapraklara inat
Ahmak ıslatanlara, adam kandıranlara, sabır taşıranlara
Kıstıranlara, pıstıranlara inat
Yürüyüp geçtiler şehrin tüm çöplüklerini
Lağımlarını ve kanalizasyon çukurlarını geçtiler
Tüm berduşlara göz kırpıp fahişelere selam verdiler
Yürüyüp öğrendiler adımları hızlandırmalı
Öğrendiler bu yürüyüş taçlandırılmalı!
Kış geldi yumuşak beyaz pofurdak
Kış geldi buzlu cam gibi kütürdek
Kayıp kayıp düştüler karda
Batıp batıp çıktılar
Kimliklerini yitirdiler beyazlarda
Cüzdanlarını, anahtarlanırını, hatıralarını
Madem geriye bir yürüyüşleri kaldı
Madem, bu yürüyüş taçlandırılmalı!
Elele geçerlerken, çığlık çığlığa izleyenler
Güller konfetiler
14 pare top atışı,
Ve erdi bahar sardı yine neş’e cihanı!
Vivace
Yaşının baharında bir kocamış sarhoş
Dut şarabından sözler duymuş, mineli
Ah ne hoş! Yaşamak ağır ağır çakırkeyif
Yaşamak birlikte tadarak en tatlı meyi
Ve şimdi
Daha azına da razıyım aslında
Tek parmağındaki mühürlü yüzük olsam
Cuma, Eylül 09, 2005
yuh be!
bıktım artık bu aşk bulma eş bulma programlarından! ne saçma sapan insanlar var. kim bunlar, ne bunlar. "benim masamda telefonla uğraşmak yok!" bu ne beee! herifin teki karının tekiyle buluşuyor. birbirlerini beğenirlerse sevgili fln olacaklar. adam hıyarağası. otur! kalk! höt! fln gidiyor kıza. kız da oturuyor göt gibi. bir sürü de kadın bunları seyrediyor. "maço erkektir yapar" tadında bir şeyler söylüyorlar. vazgeçtim istemiyorum kız arkadaş mız arkadaş. bir insan kendisine kötü davranan birinden nasıl hoşlanabilir. bunlar nerde yaşıyor, ne yiyor ne içiyor? bu insanlar gerçek mi kurmaca mı? vallahi şu ruh halime nasıl iyi geldi bu aptallıklar......
suni teneffüs
neden böyle oldum ben gene bu sabah!? delilik tevekkeli parayla değil. evde ekmek yok ondan heralde, sinirlerim bozuk. sevgili annesinde. ben annemde. depresyondayım sabah sabah.
bir kız arkadaş lazım bana. melike vardı eskiden. artık yok. nerde? kadıköyde. sevgilisi var. mutlu. olması gerektiği yerde yani. didem vardı. rektör oldu. evimizde kal, dedim. siz sevgilisiniz kavga edersiniz ders çalışamam, dedi. ya vardı bir kızlar hatırlıyorum. şimdi yoklar. halbuki sevgilinin anneye gittiği bu günü pekala bir kızla kahve-sigara-dedikodu üçlemesinde geçirebilirdim.
ben boğaziçi'yi sevmiyorum arkadaş. zorla mı!?( adam gibi adam nerde aman.... böyle de bir şarkı var çalıyor her yerde.) adam gibi bir yer olsaydı ordan bir arkadaş edinirdim. önyargılı falan da değilim 2 senedir orda okuyorum. ya da herkes düzgün ben eğri. parallelliği tutturamıyoruz. olmuyor, geçiniz...
fotoğraf basacağım bugün. meşgale olur.
sonra iyisinden bir kız bulacağım kendime. nerden olursa artık. onunla kuaföre gideceğim. falcıya gideceğim. alışverişe gideceğim.
sonra biraz kilo alırım belki. onları vermeye çalışırım. gene alırım. gene veririm. gene alırım. gene veririm. gene alırım. gene veririm....alırım veririm ben seni yenerim.
bir kız arkadaş lazım bana. melike vardı eskiden. artık yok. nerde? kadıköyde. sevgilisi var. mutlu. olması gerektiği yerde yani. didem vardı. rektör oldu. evimizde kal, dedim. siz sevgilisiniz kavga edersiniz ders çalışamam, dedi. ya vardı bir kızlar hatırlıyorum. şimdi yoklar. halbuki sevgilinin anneye gittiği bu günü pekala bir kızla kahve-sigara-dedikodu üçlemesinde geçirebilirdim.
ben boğaziçi'yi sevmiyorum arkadaş. zorla mı!?( adam gibi adam nerde aman.... böyle de bir şarkı var çalıyor her yerde.) adam gibi bir yer olsaydı ordan bir arkadaş edinirdim. önyargılı falan da değilim 2 senedir orda okuyorum. ya da herkes düzgün ben eğri. parallelliği tutturamıyoruz. olmuyor, geçiniz...
fotoğraf basacağım bugün. meşgale olur.
sonra iyisinden bir kız bulacağım kendime. nerden olursa artık. onunla kuaföre gideceğim. falcıya gideceğim. alışverişe gideceğim.
sonra biraz kilo alırım belki. onları vermeye çalışırım. gene alırım. gene veririm. gene alırım. gene veririm. gene alırım. gene veririm....alırım veririm ben seni yenerim.
Perşembe, Eylül 08, 2005
bunları söyleten sevgilimin eski ev arkadaşı..!
kötü insanlar var, buna eminim.. o emin değil. etrafımızda dolaşıyorlar. yanımıza kadar sokuluyorlar bazen. yan odamızda çirkin kalpleriyle, minikkaraiğrenç kurtçukların yuva yaptığı beyinleriyle kötü oyunlar planlıyorlar. planlarını hayata geçiriyorlar.
hiçbir şey yapamıyoruz...
onlar biçimsiz suratlarındaki eşekçe sırıtışlarıyla zaferler kazanıyorlar. zavallılıkları örtmeye çalışıyorlar.
beyhude bir tatmin. geçici. püf!
çok gereksiz insan var, eminim buna.. o da benle hemfikir. sülük gibi. vıcık vıcık. iğrenç..! burdan-yine-bir kez daha- seslenmek istiyorum. UTANMAZLAR, şunu iyice bilin ki kağıttan gemi yapmak ukalalık yapmaya yeğdir. Ama bu kez kendim binip kaçmayacağım o gemilere. sizi göndereceğim.
ve batıracağım gemileri kıyıdan uzakta.
ve ben buralarda inanmaya devam edeceğim: halılar gerçekten uçar!
lambadan cin çıkar!
hiçbir şey yapamıyoruz...
onlar biçimsiz suratlarındaki eşekçe sırıtışlarıyla zaferler kazanıyorlar. zavallılıkları örtmeye çalışıyorlar.
beyhude bir tatmin. geçici. püf!
çok gereksiz insan var, eminim buna.. o da benle hemfikir. sülük gibi. vıcık vıcık. iğrenç..! burdan-yine-bir kez daha- seslenmek istiyorum. UTANMAZLAR, şunu iyice bilin ki kağıttan gemi yapmak ukalalık yapmaya yeğdir. Ama bu kez kendim binip kaçmayacağım o gemilere. sizi göndereceğim.
ve batıracağım gemileri kıyıdan uzakta.
ve ben buralarda inanmaya devam edeceğim: halılar gerçekten uçar!
lambadan cin çıkar!
Çarşamba, Eylül 07, 2005
bişiler..
köşe başında ayrıldılar. uzun saçlı olanı bakkalın önünde bekleşen arkadaşlarının yanına gitti. uzaktan bağırışlar duyuldu; sarılışlar, gülüşler... kısa saçlısı sol koldaki apartmanlardan birine yöneldi. merdivenlere çökmüş yedi sekiz kişi ellerinde dönüp duran şarap şişelerini kaldırarak selamladılar onu. gözlerinde belli belirsiz bir duman, yüzlerinde aleni hoşnutluk, öylece demleniyorlar kimbilir kaç saattir. yine kucaklaşmalar.. uzaklaşınca özleniyormuş meğer senin sandıkların. bir zamanlar hiç bitmeyecek sanıp korkusuzca tutunduğun onca şey, bir anda kayıp ayağının altından, sana en azılı düşman olup çıkıyormuş. sonra, ne kadar büyüsen de anne koynunda sıcak, nemli bir uykunun kollarına bırakıyor gibi kendini, böyle yapış yapış bir sarhoşluğa gömülmek gerekiyormuş ki, mezunlar gününde seni kapıdan karşılayıp bağrına basacağını düşündüğün çocukluğunun dil çıkarıp kaçması çok da yakmasın canını...
...
lodos eser kadıköy'ün sokaklarında. kaldırımlar hep biraz pistir. kadıköylünün başı ağrır sık sık. sokakları dar ve karanlıktır kadıköy'ün. köpekleri hep uykuludur. denize çıkar sandığın sokaklar duvarlarla kesiliverir. caddesi, meydanı şamatadır ama sokaklarının acı bir melankolisi vardır.
eski bir evin önünden geçerken beyaz ve buruşuk bir perdenin ardından beyaz ve buruşuk bir yüz çıkıverir. ölümü görebildiğini duyumsarsın o an. ölüm adım adım izler seni lodosu arkasına alıp bu sokaklarda.
...
kadıköy'e bir-ki
martıların var senin beyaz
kanatların var
çerin çöpün çöplüğün
gecelerin salkım saçak sarhoşun
sabahları pis pis kusmuğun
gece gündüz sere serpe kızların var
denizin var sahillerde poşet poşet dalga
simitçilerin eskicilerin bağır çağır
cinayetin rezaletin kıyametin
kilit altında namus namus kızların var
var işte sende saçmalığın her türü
bir ben varım sende senden içerü
...
ay yükseliyordu. geri geri sendelerken gölgesi taş duvara vurdu, üç karaltı altında ezilmiş. ucu kıvrılmış bir bıçaktı gökyüzünde hilal, parlıyordu. soğuk. buzlu cam gibi. kasılmış parmakları altında bir papatya ezildi. iri gözbebekleri titredi yuvalarının içinde, sonra sımsıkı kapandı gözleri. bağırışlar duydu sanki, küfürler duydu boğuk ve bulanık. bir an kulaklarına bastındırdığı yastığın altından duyduğu bağırışlar geldi aklına. çocukluğunun pazarlarında. anne. baba. cam kırıkları. küfürler. polis. bıçak. gırtlağından kesik bir hırıltı koptu. üç karaltı uzaklaşırken tenhadan, ay yükseliyordu.
...
lodos eser kadıköy'ün sokaklarında. kaldırımlar hep biraz pistir. kadıköylünün başı ağrır sık sık. sokakları dar ve karanlıktır kadıköy'ün. köpekleri hep uykuludur. denize çıkar sandığın sokaklar duvarlarla kesiliverir. caddesi, meydanı şamatadır ama sokaklarının acı bir melankolisi vardır.
eski bir evin önünden geçerken beyaz ve buruşuk bir perdenin ardından beyaz ve buruşuk bir yüz çıkıverir. ölümü görebildiğini duyumsarsın o an. ölüm adım adım izler seni lodosu arkasına alıp bu sokaklarda.
...
kadıköy'e bir-ki
martıların var senin beyaz
kanatların var
çerin çöpün çöplüğün
gecelerin salkım saçak sarhoşun
sabahları pis pis kusmuğun
gece gündüz sere serpe kızların var
denizin var sahillerde poşet poşet dalga
simitçilerin eskicilerin bağır çağır
cinayetin rezaletin kıyametin
kilit altında namus namus kızların var
var işte sende saçmalığın her türü
bir ben varım sende senden içerü
...
ay yükseliyordu. geri geri sendelerken gölgesi taş duvara vurdu, üç karaltı altında ezilmiş. ucu kıvrılmış bir bıçaktı gökyüzünde hilal, parlıyordu. soğuk. buzlu cam gibi. kasılmış parmakları altında bir papatya ezildi. iri gözbebekleri titredi yuvalarının içinde, sonra sımsıkı kapandı gözleri. bağırışlar duydu sanki, küfürler duydu boğuk ve bulanık. bir an kulaklarına bastındırdığı yastığın altından duyduğu bağırışlar geldi aklına. çocukluğunun pazarlarında. anne. baba. cam kırıkları. küfürler. polis. bıçak. gırtlağından kesik bir hırıltı koptu. üç karaltı uzaklaşırken tenhadan, ay yükseliyordu.
çekilin benim sevgilim var!
yeni bir evde ilk uyku gibisi yok. ne çok rüya görüyor insan bu temiz çarşaflara ilk uzanışında. rengarank. pırıl pırıl. uyanınca eski odanda sanıyorsun kendini önce. bir bakıyorsun eşyalar farklı yerlerde, senin yönün yerin farklı, ışık başka yerden vuruyor gözüne gözüne.
sonra yeni evde ilk kahve.
ilk şarap.
ne şanslıyım aslında. pek çok kişinin neredeyse değersiz saydığı bir şeye sahip olduğum için. aşık olduğum için. hala rüyalarımda aşkımı gördüğüm için. uyanınca onu yanımda bulduğum için. hey gidi hey.. ne günler geçti ben bana. eski günlüğümü okudum da. koyu. kurşun. ağır.
oysa şimdilerde resmen çilek tadındayım.
aksayan şeyler de oluyor elbet. beşer şaşar. kavgalar. yetiş(eme)meler. koştur(ama)malar. hep çok az zaman. hep çok fazla insan. yazılması gerekenler. söylenmesi gerekenler. birik(tiril)mesi gerekenler. hayatın bir nedenle ya da yok nedenle hep bir low levelda devam ediyor olması. bisikletlerin kömürlüğe bağlanamaması. tamiratların kendi kendine olmaması. 20 yılı boşa mı dervirdim.
çok mu geç kaldım prima balerin olmak için?
evet.
yıkıl madem.
ama yok işte öyle değil. çünkü evde sevgili var. sarılıverir.
öpüverir.
geçiverir.
sonra yeni evde ilk kahve.
ilk şarap.
ne şanslıyım aslında. pek çok kişinin neredeyse değersiz saydığı bir şeye sahip olduğum için. aşık olduğum için. hala rüyalarımda aşkımı gördüğüm için. uyanınca onu yanımda bulduğum için. hey gidi hey.. ne günler geçti ben bana. eski günlüğümü okudum da. koyu. kurşun. ağır.
oysa şimdilerde resmen çilek tadındayım.
aksayan şeyler de oluyor elbet. beşer şaşar. kavgalar. yetiş(eme)meler. koştur(ama)malar. hep çok az zaman. hep çok fazla insan. yazılması gerekenler. söylenmesi gerekenler. birik(tiril)mesi gerekenler. hayatın bir nedenle ya da yok nedenle hep bir low levelda devam ediyor olması. bisikletlerin kömürlüğe bağlanamaması. tamiratların kendi kendine olmaması. 20 yılı boşa mı dervirdim.
çok mu geç kaldım prima balerin olmak için?
evet.
yıkıl madem.
ama yok işte öyle değil. çünkü evde sevgili var. sarılıverir.
öpüverir.
geçiverir.
Cumartesi, Eylül 03, 2005
yine kaldığı yerden..
yazış.. taylan gene aşık olmuş. :) bazı şeylerin hiç değişmiyor olması ne güzel! her şey akarken. özge 2 ayda 2 daire değiştirirken. dilimize dolanan replikler (mi?) yerini yenilerine bırakırken (vırdı mı vırdı! salla gitsin!) taylan mesela işte, zamanın içinde donup kalmış bir güzel insan. bana mini mini kallı özge'yi hatırlatıyor.
yaşlanmak istemiyorum. etrafımdakilerin yaşlanmasını da istemiyorum. bir şeylere tutuna tutuna genç kalabilir miyiz sahi? anı hakikaten kovulamayacağımız tek cennet mi? yani taylan gibi antikalar mı bizi genç kılacak?
pfff.. daha çooook iş var. go oynamalı saatlerce, tango derslerine başlamalı. fotoğraf çekmeli... zamanı yapıp ettiklerimizle somutlaştırıp bi köşeye koymalı.
ki, hatırı kalmasın. böyle sürüklenerek bir yerlere varamayacağız.
yaşlanmak istemiyorum. etrafımdakilerin yaşlanmasını da istemiyorum. bir şeylere tutuna tutuna genç kalabilir miyiz sahi? anı hakikaten kovulamayacağımız tek cennet mi? yani taylan gibi antikalar mı bizi genç kılacak?
pfff.. daha çooook iş var. go oynamalı saatlerce, tango derslerine başlamalı. fotoğraf çekmeli... zamanı yapıp ettiklerimizle somutlaştırıp bi köşeye koymalı.
ki, hatırı kalmasın. böyle sürüklenerek bir yerlere varamayacağız.
..ve devamı
turuncu balık öldü. ve sevgilim bunu yazmak için can attığımı düşündü. halbuki yazmak istemiyorum "turuncu balık öldü" diye.
işin aslı şu ki, turuncu balıkla hiçbir samimiyetim olmadı. ilk gördüğümde ölüydü. yaşıyor olsaydı muhtemeldir ki onu çok sevecektik ve öldüğü zaman çok üzülecektik. sevgilim galiba sevmişti biraz. annesi de. onlar üzüldüler. ben fotoğrafını çekmek istedim. sonra isteğimden utandım. zavallının ölümünü kullanmaktan vazgeçtim. dolapları sildim.
ne zor taşınmak. kamyon geldi. adamları bekliyorum. kitaplarım kolilerde. elbiselerim kolilerde. ev depo gibi. her yer koli. eski eşyalar yeni evi çıfıt çarşısına döndürecek galiba. ahşap boyası ve düz renk kumaş almalı.
işin aslı şu ki, turuncu balıkla hiçbir samimiyetim olmadı. ilk gördüğümde ölüydü. yaşıyor olsaydı muhtemeldir ki onu çok sevecektik ve öldüğü zaman çok üzülecektik. sevgilim galiba sevmişti biraz. annesi de. onlar üzüldüler. ben fotoğrafını çekmek istedim. sonra isteğimden utandım. zavallının ölümünü kullanmaktan vazgeçtim. dolapları sildim.
ne zor taşınmak. kamyon geldi. adamları bekliyorum. kitaplarım kolilerde. elbiselerim kolilerde. ev depo gibi. her yer koli. eski eşyalar yeni evi çıfıt çarşısına döndürecek galiba. ahşap boyası ve düz renk kumaş almalı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)