Çarşamba, Mayıs 31, 2006


kybele şiir dergisi

zaman zaman diyorum ya, kadıköy'de hayat şöyleydi, böyleydi. lisemiz öyle güzeldi. bilekliklerimiz, ayakkabılarımız şöyle renkliydi... bir de şiir defteri tutma huyumuz vardı o günlerde. ben mor kalemle yazıyordum ve defterimi hep çantamda taşıyordum. sonra ilk dersin başlamasına bir saat kala okula geldiğimde, ki günün en güzel anları oralarda asılı dururdu, çamlıkta denize nazır bağdaş kurmuşken sigaramdan bir nefes alır, kucağımdaki defteri fısır fısır okurdum.

edip cansever, cemal süreyya, o zamanlar daha çok küçük iskender, elbette nazım hikmet, pablo neruda, yannis ritsos ve dahası... annemin şiir kitaplarını, ya da benim kelepir'den, alkım'dan aldıklarımı baştan sona, ayakta, yüksek sesle okurdum. (kapımı bacamı kapatıp tabii, aileden -tiyatrocu da olsak- utanarak) eeen güzellerini işaretleyip hali hazırda olgunlaşmamış el yazımla defterime geçirirdim.

bir de kybele şiir dergisi vardı. liman'da, renkli zarfların içinde, tek sayfa olarak satılırdı. en önemli kaynaklarından biriydi defterlerimizin. sonra yok oldu; aradım, sordum, google'a yazdım falan, yok yer yarılmış da içine girmiş.

geçen gün türkiye siyaseti çalışmamızın en verimli yerinde(!) konu türk edebiyatına gelince, dergiyi sordum kızlara, duyan bilen var mı diye. varmış. beste -ki bu beni şaşırtmadı, ben bir şeyler yaşarken o da omzumdan bakıyormuş belli..- izmir'de alırmış kybele'yi.

defterimi aldım raftan, uzun bir mesut albayrak şiiri okudum onlara, kybele'de okuduğum. yer yer klişe buldular, belki gerçekten öyle, bilemiyorum. ne de olsa ben "benim" ilan ettiğim hiçbir şeye tarafsız bakamıyorum. işte şöyle bir şey:

ihanet krokisi

"aşk her an ihanete dönüşebilir

çünkü o reel bir fahişedir."

yaşamın beyazında baharla fısıldaş
ve bir düğüm daha at yalnızlığına

bana viyolonsel çal sevgilim,

bana güneşi, yıldızları çal.

sonra alacasına yazgının

gözlerime bir kez daha bak
ve bulaşacaksan öyle bulaş...


gözlerin
in geceden korunmuş güzelliği
belirsizliğindeyken yaralı bir büyünün
ben inceltilmiş üzüm bağlarında
bin yıllık şarap şişeleriyle ağıtlandım.
aşkı geçtim, acılarımı örgütledim,
çünkü senin asla akıl bozucu bir leke olarak kalmanı istemiyorum.

ey kaldırım üstündeki kutsal gülücük
ey yaban iklimlerinin ardındaki dik başlı karanfil
bilsen ne vagonlar dolusu karanlık geçiyor yüreğimin keşfedilmemiş kıyılarından
bütün yönleriyle kalbimdeki iptal edilmiş pusula bilsen ne çok şaşırmış
ve tarih şiddetli bir çığ gibi göçmedikçe üzerimize
o geminin rotası değişebilir mi sence?

dehşet gözlüm!
yoksunluğunun varlığıma vermiş olduğu ad
deniz sokağındaki yosun ve kemik kalıntısı,
bütün orkidelerin yaban domuzu çiftliğimden çıkmış olma olasılığı,
yani haklılığımın haksızlığın arkasına
itina ile mıhlanması demektir.
ve sağlam sütunlarla inşa edilmiş insanların bahçesindeki
eğik başlı bir papatyadır hayat
gülüşü olmayan aşk avası
katil anatomisi
ya da okyanusun ortasında gün ortası uçmayı başarabilen bir yarasadır, ne dersin?

bildiğim her şeyi, bildiğim herkese, bir panik duygusuyla
anlatabilir miyim sence
ve bizden öncekilere
çağından koparılmış bir yazgı içinde fosilleşip
mor/mavi/yeşil...
anlatabilir miyim dersin?

anlatamam...

ne de olsa bu öldürüsü bir kaos

anlatamam çünkü:
yağmalanmış bir aşkın adresi olmaz...

M.A.

ps. bu arada internette aradım şairi az önce. islami, tuhaf bir şiir çıktı. o olsun istemedim. o değil.

1 yorum:

coffeé dedi ki...

mısraları kaldıralı çok olmuş galiba... o meşhur defterleri hatırlattığın için çok teşekkürler özgecim....çoğumuz ondan öğrenmedik mi şiir okumayı? yazmadan edemeyeceğim:))

"Bir cicek duruyordu, orda, bir yerde,
Bir yalnisi duzeltircesine acmis;
Gelmis ta agzimin kenarinda
Konusur durur.

Bir gemi bembeyaz teniyle aciklarda,
Guverteleri uctan uca orman;
Aldim cicegimi surama bastim,
Bastim ki yalnizligimmis.

Bir basina arsinliyor bir adam mavi treni
Keske yalniz bunun icin sevseydim seni. "