Cumartesi, Mayıs 20, 2006

cuma akşamüstü macerası ve ölümsüzlük

kutsal amaçlar, yüce duygular hükmetmiyor bizim hayatlarımıza. en uzun vadeli plan "türkiye siyaseti sınavında ne yapacağım?", ki bakıyorum o da plan değil anca kaygı, iç sıkıntısı. bu sınavlar, sıkıntılar, günlük koşturmacalar sona erdiğinde cascavlak kalıveriyoruz ortada. anlamdan yoksun. anlama aç. sevgilinin defalarca dile getirdiği üzere, yaşadığımızı hissetmiyoruz böyle olunca.


kundera ölümle ölümsüzlüğün "marx ve engels gibi" birbirinden ayrılmaz olduğunu yazıyor, o vapurun tahta sırasında otururken dizlerim üzerinde açık duran kitabında. düşünüyorum, aylarca çalışıp mesela bir oyun sergilerdik. oyun, sonu/sonucu olurdu onca çalışmanın. ölümlü mü, ölümsüz müyüz, hatırlanacak mı, unutulacak mıyız, görürdük. insanın ölümü de böyle mi, soruyorum o an kendime. herkes kendi yaşamınca ölüyor, ölümünce ölümsüzleşiyor.

tabii, istisnaları da var. unutulmayacak kadar olağandışı bir felaket, belki de böyle bakınca, mutlu bir tesadüf gibi bulabiliyor adamı. amerika'ın iran'a sallayabileceği olası bombalardan biri tutar benim kafama düşer mesela. -ki öyle bir rotadan sapma olursa kesin benim kafama düşer, o ayrı- o zaman benim sıradanlığım hiç hesapta olmayan bir aksamayla sıradışılığa dönüşüverir ve beklenmedik biçimde ölümsüz olurum.

tam bunlar, belki de zaman döngüsündeki bir aksaklıktan dolayı bir kaç saniye önce, kafamdan geçerken. tüm vapur çığlık kıyamet ayağa kalkıyor. şaşkın, kaldırıyorum kafamı kitaptan: bir avare gezi teknesiyle çarpışmak üzereyiz. vapurun düdüğü avaz avaz bağırıyor. -bismillah! bismillah! diye haykırıyor yolcular. nedense bu bismillahlarda, aman allahımlarda o bahsettiğim ölümsüzlüğe kavuşacak olmanın sevincini sezer gibi oluyorum. ya da, ne bileyim, ölmeyecek de olsalar," şu yaşlarının şu ayında, filanca yerden falanca yere giderken, yani tüm o rutin içinde, büyük bir deniz kazası geçirmiş biri" olacak olmanın heyecanı mı demeliyim buna, bilmiyorum işte. gördüğüm ettiğim, gezi teknesi son anda dümen kırmayı becerip kazayı engellediğinde, vapurun üzerine kabus gibi çöken hayal kırıklığı.

bu kısacık olaydan dakikalar sonra, ben kitabıma dönerken, olası kaza üzerine konuşmalar dalga dalga sürüyordu. herkes yanındakine, sanki o da kendisiyle birlikte değilmiş gibi, tekne şöyle yaklaştı, düdükler böyle çaldı diye olayı tekrar tekrar naklediyordu.

anlatmak lazım, diye geçirdim içimden. yazmak, kaydetmek, göstermek lazım. ölümsüz olsun diye yaşantılar.. anlamlı olsun diye..

3 yorum:

erins dedi ki...

son zamanlarda okudugum en değişik blog yazısı, tşkkürler:) yalnız bi iki yerde düşünmedim değil,(eleştirmen deelim baştan belirteyim:))birincisivapurdaki yolcular için yaptıgın tespit kanımca objektiflikten uzak tamamen kendi ruh halini göz önüne tutarak yazmışsın.şimdi diyecek olursan objektifliğin kriteri nedir veya objektif olduğumuz zaman bile subjektif olmuyor muyuz ben de sana inceledigin veya gözlemini yaptıgın toplumla alakalı genelleme yaparken toplumun geleneksel yaşayışını göz önüne almanı dilerdim. tabii o gemide değildim fakat o vapura binen insanların profilini az buçuk düşünebiliyorum ve zannetmiyorum ki bismillah çekerken hadi çarpalım da kurtulalım şu lanet hayattan şeklinde düşündüklerine ihtimal vermiyorum. ama tabii diyecek olursan bu bnm görüşüm diyecek bişi yok. genel olarak verdiğin örneklerin genişliği sonunda bi yere bağlaman hoş olmuş renk katmış.daha sonraki yazılarını da okuycam.hoşuma gitti.

erins dedi ki...

güzel bir yazı

elckish dedi ki...

anlamıyorum. "normali" bu mu hakkaten? dün birisi anlatmaktan ziyade dinlemek istiyorum diye bana "bencilsin" dedi. sonra da "kötüsün" dedi. anlatıyorum da gerçi; demek bencil olduum kadar yalancı, yalancı olduum kadar da zamazingoyum.