Cuma, Şubat 17, 2006

sergilemek ya da sergilememek

yazmak ya da yazmamak. söylemek ya da susmak. madem ki kendin için yapıyorsun be kadın ne diye madem açtın o deviantart sayfasını 3 tane fotoğrafını koymak için? veya buraya neden yazmaya çabalıyorum sık sık?

başlığında yazmıyor mu bu sayfanı: hala var anlatacaklarım diye...

e öyle. evdeki alternatifi necatinin arkadaşları "görmüş beğenmiş" diye dudaklarım çaktırmadan kulaklarıma yaklaşmıştı. öyleyse ne yapmalı? bu alternatifi sergilemeli.

madem...

ama ben de komiğim hakikaten. komitede diyemiyorum böyle böyle istiyorum diye. hep bir hevessiz görünüyorum. hep bir "madem siz ısrar ediyorsunuz..." hallerindeyim. yapılacak teknik işler var. elim gitmiyor, üşeniyorum. istemiyorum "göstermek" için koşturuyor görünmek.

bir yaşam koçum olsa bana bir sürü öğüt verirdi, biliyorum. ihtiyacın olduğu güç içinde fln.. ama biz de metalci büyüdük, mış gibi yaptık, göstermediklerimizle göründük. 13 yaşımızda kafka okurken kitabın kapağını kapladık ki gazete kağıdıyla, görülmesin ama bilinsin. tadını sevmediğimiz halde şekersiz içtik çayı kahveyi. "şeker almıyorum" demedik. kaşığa uzanmadık yalnızca. ve yine bilindi işte cool çaylarımız. şimdi de omurilikten yapıyor bu gönülsüz sanatçı kız havalarını.

sadece bu da değil. kültürel bir şeyler de var elbet. "ay çok tokum katiyen alamam. aman ısrar etmeyin rica ederim. ay ay ay, e tamam madem azıcık alayım. kafi kafi. ay şekerim çok da güzelmiş çok mersi."
alternatif Posted by Picasa

Çarşamba, Şubat 15, 2006

kör kadın ve renkler


televizyondaki kör kadına sordular.

-renkleri hiç merak etmiyor musun teyze?

gözleri yerine yaşlı iki yarık olan kadın cevapladı.

-heeç merak etmiyom ne merak etçem.

baştan başa karanlık da gerçekliğin tamamı olabiliyormuş.
aydınlandım.

14-15

bir sevgililer günü geldi geçti.
benim kalbimde minik bir oğlan çocuğu önce alt dudağını sarkıtarak küstü. sonra sümüğünü gömleğinin koluna silip çın çın kahkahalarla güldü.

ne de olsa bize ait günlerden bir gündü.

bundan sonraki tüm günlerimiz gibi.

raks


fanon cezayirliler için diyor, mekansal kısıtlılıkların bedenleri üzerinde yarattığı baskıyı gevşetmek için kalabalık gruplar halinde dans ediyorlar. bir bağımsızlık ritüeline dönüşüyor bu dansları.
bir aylık sabah programı izlenimlerime dayanarak söylüyorum ki, bizim için de durum pek farklı değil. ev kadınları var. birbirinin aynı. orta halli. evli. bu kadınlar grup halinde "programlara" gidiyorlar sabah sabah. sonra pek "satmayan", pek bilinmeyen bir şarkıcı-türkücü geliyor. kara bıyıklı bir adam ya da sarı boyalı bir kız. velhasıl kelam bir zaman sonra bu kadınlar da atlıyorlar ortaya. bir dans bir dans. eller bir yana, kollar bir yana, saçlar dağılıyor, göbekler sallanıyor... hiçbir stile yaklaşamayan, artistik kaygılar gütmeyen bir devinim. yegane gaye "kurtları dökmek".
öyle işte kurtluyuz biz. otur otur kurtlanıyoruz. mekan darlığı içerisindeyiz. kısıtlıyız.
eğlencelerimiz karnaval çılgınlıkları içeriyor.

Pazartesi, Şubat 06, 2006

kelebeğin öyküsü


Bir gün kozada küçük bir delik belirdi. Bir adam oturup kelebeğin saatler boyunca bedenini bu kuçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı izledi. Ardından, sanki ilerlemek için çaba harcamaktan vazgeçmiş gibi geldi ona. Sanki elinden gelen herşeyi yapmış ve artık yapabileceği bir şey kalmamış gibiydi. Böylece adam kelebeğe yardım etmeye karar verdi: eline küçük bir makas alıp kozadaki deliği büyütmeye başladı. Bunun üzerine kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu.

Adam izlemeye devam etti. Çünkü her an kelebeğin kanatlarının açılıp genişleyeceğini ve bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu. Ama bunlardan hiç biri olmadı! Kelebek, hayatının geri kalanını kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de asla uçamadı.

Adamın iyi niyeti ve yardım severliği ile anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık delikten çıkmak için göstermesi gereken çabanın, Tanrı’nın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek, bu sayede de kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda uçmasını sağlamak için seçtiği yol olduğuydu.

bundan yıllar önce, tiyatro-insan kültür merkezi'nde oyunculuk ve dramaturji dersler alıyordum. yoksul tiyatro, dans tiyatrosu gibi doğu kültürünün etkin olduğu alanlarla ilgileniyorduk. bir gün, oldukça yorucu bir çalışmanın ertesinde, nuray hanım bana döndü ve "oyunculuğun bir kutu içine kapatılmış, zıpzıp zıplayan bir renkli top gibi" dedi, "kapağa var gücünle vuruyorsun, ama henüz açamıyorsun." bundan 8 sene kadar önceydi. sonra merkezden ayrıldım, bir müddet sonra da oyunculuk hayallerimi kaybettim gitti. ama hala kutuiçrekutu içindeyim. az daha uzansam açılıverecek sanıyorum. yok. yoga yapıyorum, neredeyse düzenli. yarımay dengesinde gövdemi kocaman sanıyorum. kalktığımda kutulardan değil, odalardan, çatılardan taşacağım. bir doğruluyorum, kanatlarım gene buruş buruş.

benim daha vaktim var biliyorum. kelebek olup uçmaya. bir gün gene o sabahki gibi güneş vuracak yüzüme. göz kapaklarım ardından dünyayı kıpkırmızı göreceğim. oldum diyeceğim.

gunluk guneslik Posted by Picasa

...

o ne güzel güneşti, iki kar arasinda.. insanı aptalca sırıtarak yaşamaya teşvik ediyordu. altına büyükçe bir minder alıp balkona kurulmak mesela. çayını incebellide içmek. ve doyasıya şükretmek "burda güneş var" diye.

Cuma, Şubat 03, 2006

kariyer plani #1



ege kasabasinda manav. renkli sebzeyi, meyveyi ozenle secmek, dizmek. tozlarini almak. sattiklarimdan fazlasini hapur hupur yemek.

kariyer plani #2



bugun okula gittik hande ve ben. kisaca, risk yonetimi, finans, devlet planlama teskilati, ankara, staj...

Çarşamba, Şubat 01, 2006

bir gezme günü

bugün sevgiliyle beyoğluna gittik. vapurda çay, fotoğraf; caddede "çok farlı" anketçi kıza yakalanma; dilek'te somon füme salata, diet kola (oysa limonatası çok daha güzeldir, ama aklımıza gelmedi.); yolda mertlegizem'e rastlama, yolumuzdan çevrilme, beraber birer bira içmeye ikna edilme. sonra istiklalde niye dolandığımızın farkına varma: sanatın ve sanatçının nabzına tutma.


ilk önce küçükparmakkapıdan abdullah sokağa kıvrılaraktan
fototrek, türker cimgöz'ün görünmeyen isimli fotoğraf sergisi.
"Görünen’ nedir? Kimdir,nasıldır,nerededir? Tersinden bakarsak
‘görünmeyen’ nedir? Kimdir,nasıldır,nerededir? Tarih boyunca
filozofların cevabını aradığı bu soru işareti yüzyıllar boyunca
‘görünen’i ve ‘görünmeyen’ i anlamlandırmaya çalıştı. Tıpkı ‘Düğün
ve Cenaze’ gibi ‘Gözyaşı ve Kahkaha’ gibi... Benim fotoğraflarım
naçizane tüm ‘görünmeyen’ler için...” diyor türker cimgöz. güzel fotoğraflar, ama bence düpedüz görünenlerdi işte. görmediğim bir şeye rastlamadım. yalnız, kırmızı bir gökyüzünde birbirimizi ne kadar sevdiğimizi gördük biz, bu olabilir mi acaba?10 şubata kadar gezilebilitesi var.


Oradan garanti galeri'ye girdik. tasarım-sanat şeklinde değerlendirilen bir hüseyin çağlayan işi sergileniyordu: şefkat yorgunu. Sergi dev boyutlarda 7 fotografik baskı ve bir kısafilmden oluşuyordu. ünlü tasarımcıya diyor ki, beden yeni çevreye ayak uydurabilmek için, kendi boyutları içine sıkıştırılmak suretiyle asimile edilmiş, büyü de doğanın niha ifadesi ve gerçeği evcilleştirmenin alternatif bir yolu.. sevgili işi moda yaratma sürecinin bizzat kendisi olarak okudu. benim için de daha bir anlam kazandı o zaman. çevreyle ilişkiyi sağlayan bu giysiler çağlayan’ın “heliotropics” başlıklı 2006 ilkbahar / yaz koleksiyonunda yer alıyormuş. bu sayfayı okuyan bir allahın kulu varsa gitsin görsün, güzel iş, hem de 11 mart'a kadar açık.


garanti galeriden elhamra han'ın gizemli atmosferine dalıp karşı sanat çalışmaları galerisi'ne girdik. tabii önce ben alt kattaki şapkalara, taçlara, tüllere vs bittim. ağzı açık ayran delisi gibi bütün bu güzel şeyleri seyre daldım. kısıtlı zamanımızdan yedim. ama en kısa zamanda (ve yanımda "onca gereksiz şeyden" uzak durmama neden olacak sevgili yokken) bir alışveriş turu düzenlenecek. her neyse, burda world press photo 2005 sergisi vardı. ki pek önemli güzel bir şey. 200 kadar sanatçının fotoğrafları var. insan, basın fotoğrafçılığı- haber fotoğrafçılığı nasıl olmalı diye düşünüyor gezerken, tabii hikayelerin içine dalıp gitmezse. 11 şubata kadar orda gidin gezin. http://www.worldpressphoto.nl/index.php?option=com_photogallery&task=blogsection&
amp;id=7&Itemid=87&bandwidth=high adresinden de görülüyor. biz 18.45'te filme yetişeceğimizden bitiremedik sergiyi, gene gideceğiz.

meğer sevgili gözlüğünü unutmuş. filme de gidemedik. 14 yaş liselisi olduk, burger king'e gittik. cicili eldiven aldık. pispis çamurlara girdik. çorap değiştirdik. cici fotolar çektik. onları da ben sergilerim bir ara, nacizane.